Tarihi günlerin tarihi anların önemi büyüktür. Özellikte yıl dönümleri değince kutlama ve kurtuluş günleri aklımıza geliyor. Kurtuluş günlerine önem vermemiz gerekiyor. Tarih ve Kültür bilinci açısından bu çok önemli. Din, dil ve tarih bilincine sahip olmak gerekiyor. Tarih bir milletin aynasıdır. Ne kadar çok o tarihi geçmişe bakarsak, o kadar çok geleceğimizi görürüz. Tarihi olmayan milletlerin geleceği de yoktur. Evet biz tarihi anları tarihi olayları belgeselleştiriyoruz. Kurtuluş günleri tarihimize şehitlerimize vefa adına belgeselleştirerek Devr-i alem farkıyla tarihe not düşüp zamana noterlik yapıyoruz. Evet, önemli bir ilimizin kurtuluş gününü kutluyoruz. 12 Mart tarihimizin kilometre taşı olan Erzurum’un kurtuluş yıl dönümüdür. Erzurum Dadaşlar diyarıdır. İbrahim Hakkı Hazretlerinin memleketidir. Erzurum tarihtir medeniyettir, kültürdür ve 12 Mart 1918 düşmandan kurtulmuştur.
İsmail Kahraman'la Canlı Makale - Erzurum'un Kurtuluşu belgeselini aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz
http://kocaeligebze.tv/v/38763/smail-kahramanla-canli-makale---erzurumun-kurtulusu
Evet Devri Alem farkıyla hazırladığımız Erzurum belgeselimizin senaryo metninin bir bölümü ile sizleri baş başa bırakıyorum. Senaryo metninin tamamını ise
www.gebzegazetesi.com adresindeki köşemden okuyabilirsiniz
ZAFERLER TARİHİMİZDE ERZURUM
Erzurum, kültür tarihimizin önemli bir kilometre taşıdır. Erzurum deyince biraz durup düşünmek ve tarihi hafızamızı yoklamamız gerekir. Erzurum, İslam medeniyeti ile Hazreti Osman döneminde tanışıp, Türkler Erzurum’a binlerce yıl önce gelir yerleşirler. Selçuklular, Osmanlılar, Erzurum’da medeniyet kurar, 12 Mart 1918’de Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşu ile yeni bir dönem başlar, 24 Temmuz 1919’da Erzurum kongresinin toplanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ön sözü yazılır ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş mührü Erzurum’da vurulur.
Erzurum, evliyalar diyarıdır. Erzurum şehitler yurdudur. Erzurum âlimler, şairler ve gönül sultanlarının memleketidir. Halk aşığı, gönül insanı Yunus Emre’nin gerçek mezarının Erzurum’da olduğunu acaba kaç kişi biliyor. Yunus Emre’nin gerçek kabri Erzurum Dutçuk köyündedir. Erzurum’a gidince gönlüm coşar, Palandöken dağlarının zirveleri beni heyecanlandırır. Hem yaz hem kış Erzurum bir başka güzeldir. Erzurum’un dört mevsimi doya doya yaşanmalı, Erzurum anlatılmalıdır.
Erzurum’a birçok kez gittim. Erzurum ile ilgili birçok toplantıya katıldım, birçok gönül dostu insan tanıdım Erzurum’dan. Erzurum’un vefalısı tam vefalıdır. Vefasızlarına ise hiç sözümüzü yoktur, adlarını bile ağzımıza almamak gerekir. Erzurum’un bütün ilçelerini, köylerini doya doya gezdim. 3 yıl önce Hasan Kale’de 2009 yılı Nisan ayında Erzurum İbrahim hakkı hazretleri Külliyesi Vakfı’nın başkanı Halis Güngör beyin davetiyle Erzurum’un kurtuluşu, İbrahim Hakkı hazretlerini anma ve şehitlere vefa konferansına davet edilmiştim. Bu gezide hem belgesel çekip hem de konferans vererek Erzurum tarihine karşı vefa borcumuzu az da olsa ödemiştik, Erzurum gezimizde bizlere İbrahim hakkı hazretlerinin memleketinde eğitim hizmeti veren değerli gönül dostu recep Erdoğan bey eşlik etmiş, belgesel çekimlerimizde kameramanlığımızı değerli kardeşim Ömür Kavran yapmıştı. Ve çok güzel tespitler yapmış, bu çekimlerde bir çok toplu şehitliği ortaya çıkarıp hem fotoğraflamış hem de belgeselleştirmiştik. Halis Güngör’ün vefat ettiğini öğrendim. Buradan kendisi için rahmet niyaz ediyorum. Mevlam makamını cennet eylesin. Halis Güngör beyin vasıtasıyla çektiğimiz Erzurumlu İbrahim hakkı hazretleri belgeseli birçok TV kanalında hala yayınlanmaya devam ediyor, rahmetli Halis Güngör’de burada konuşmalar yapıyor.
ERZURUMLULAR ŞEHİTLERE SAHİP ÇIKMALI
Erzurum’un kurtuluşu için birçok yörede toplantılar yapılıyor. Şarkılar türküler söylenip eğlenceler yapılıyor. Sadece Erzurumlular değil, diğer illerimizde aynı yanlışlığı yapmaya devam ediyorlar. Şehitler ve gaziler unutuluyor. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da Rize’nin Kurtuluş gününe davetli olarak katıldım. Aynı yanlış burada da yapıldı. Şehitlere haksızlık ve vefasızlık yapılıyor, kurtuluş günlerinde şehitler ve gaziler unutuluyor.
Pazartesi 12 Mart. Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü. Bir çok dernek Kurtuluş günü için eğlenceli, sazlı sözlü toplantılar düzenleyecekler. Bu toplantıları düzenleyen Erzurumlulara buradan bir çağrım var. Şehitler ve gazileri unutmayın. Erzurum’un bir çok yerinde Erzurum’da destanlar yazan, Erzurum için şehitler olan aziz şehitlerimizin kemikleri rastgele atılmış, hatta tezek yığınları altında şehit kemikleri olduğunu tespit ettik. Bu şehitlere mutlaka vefa borcu ödenmeli, başta Erzurum valisi ve Erzurum belediye başkanı olmak üzere tüm Erzurumlular şehitlere sahip çıkmalı.
Evet Erzurum’un kurtuluşunu şenlik havasında kutlayanların Erzurumlu şehitlere sahip çıkmasını da istiyoruz. Erzurum’un kurtuluşu ile ilgili hazırladığımız belgeselin ayrıca bir çok TV kanalında yayınlanacağını buradan açıklıyorum.
DADAŞLAR DİYARI ERZURUM GEZİ NOTLARI
Gitmediğiniz yersizin değildir sözüne ilaveten Tanımadığınız yerde sizin değildir diyerek Anadolu’yu gezmeye devam ediyoruz. Kameramız ve fotoğraf makinemizle Anadolu yollarında gezimiz devem ederken Dadaşlar Diyarı Erzurum’da soluk alıyoruz. Palan döken dağlarının eteğinde düz ovada kurulu Erzurum’u. İslamiyetle Hazreti Osman döneminde de yereglenene, 2700 yıllık türk şehri, Selçuklu kartalı bakışı, Osmanlı Dönemi ve Erzurum Kongresi ile Cumhuriyetin temellerinin atıldığı gaziler şehiri. Yiğit ve mert insanların, kısaca Dadaşların yaşadığı Erzurum’dayız.
Geç vakitlere geldiğimiz Erzurum’da öğretmen evinde konaklıyoruz. Sabah erken kalkarak 300 yıllık geçmişi olan tarihi Erzurum evlerinin bulunduğu mahalleye gidiyoruz. Ulu caminin arkasındaki 9 evden oluşan Erzurum evinde bir anda kendimizi 500 yıllık, geçmişin içinde buluyoruz. Birbirinden güzel eşyalara 5 yıl önce gönüllü bir kültür adamı tarafından kurulan bu tip evler keşke her ilimizde bulunsa. Evin baş köşesine oturup Erzurum’a özgü mükemmel bir kahvaltı yaparken tarih eşyaların içinde geçmişin Erzurum’unu düşünüyoruz. Erzurum geçmişte tarihi Erzurum evlerini görmeden ayrılanlar gerçekten, çok şey kaybetmiş olurlar. Keşke Tüm Erzurumlular çocukları ile Erzurum’a gidip bu tarihi evi gezdiren dedelerinin hayat tarzını onlara gösterseler. Siz değerli okurlarımı Erzurum’a gittiğinizde de bu tarihi evi gezmeye ve bizim içinde bir bardak kıtlama şekerle çay içmeye davet ediyoruz.
Tarihi Erzurum konağından çıktıktan sonra Ulu cami ve Çifte Minareli medrese ve diğer tarihi eserlerin son bahar görüntülerini belgeselleştirdikten sonra ver elini Palandöken dağıt diyoruz ve Palandöken dağına doğru yola çıkıyoruz. Henüz kar yağmamış, otların sarardığı ve rüzgardan savrulduğu Palandöken bizlere hoş geldin dercesine kucak açıyor. Palandöken dağından Dadaşlar diyarı bir başka görünüyor. Otele geldikten sonra Palandöken dağlarını zirvesinde kurulan Köye çıkıyoruz. Köy çocukları ve gençler bizleri karşılarken Erzurum misafirperverliğinin güzelliğini yaşıyoruz. İkram edilen Buz gibi soğuk ayranlarımızı içerken çekimlerimizi yaparak palandöken dağından aşağı iniyoruz.
Erzurum’a gelip de Nene hatunların tarih yazdığı ve dadaşların Ermeni ve Ruslara geçit vermediği tarihi Aziziye ve Mecidiye tabyalarını ziyaret etmemek olur mu? Tabyalara gitmek üzere yola çıkıyoruz. Daha önce Askeri bölge içinde olan ve bin bir güçlükle gidilen Tabyalar isabetli bir kararla ziyaretçilere açılmış. Ayrı bir yoldan tabyalara çıkarken bir askere kimliklerimiz bakıyor ve Tabyalara çıkıyoruz.
Aziziye tabyaları Nenehatun’un tarih yazdığı bir yer. Rusların tabyayı bastığı haberi şehire gelince eline satırı alan ve çocuğunu samanlığa saklayan Nene hatun Erzurumlu erkeklere seslenerek ne duruyorsunuz Vatan ,Namus,din ve Erzurum elden gidiyor ne duruyorsunuz diyerek, yola çıkan satırı ile Rus ve Ermenileri perişan ediyor. Nene hatun ismi Türk kadınını kahramanlığını yansıtıyor.
Aziziye tabyasında Nenehatun’un mezarını ziyaret ederek Ruhuna Fatiha okuyup tabyada çekimlerimize başlıyoruz. halen Rus ve Ermeni zulmünü yansıtan tabyanın penceresindeki kan izleri bizleri dehşete düşürüyor. Rus ve Ermeniler burada kı askerlere karşı korkunç vahşet yapmışlar. Şehitler ve gaziler için gerçek abideler, çeşmeler ve fidan dikme olduğunu bir kez daha hatırlayarak Aziziye tabyasından ayrılıyoruz.
Şimdiki durağımız Mecidiye tabyası, Bir zamanlar askeri birlik merkezi olan Mecidiye tabyası Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ediliyor. Tabyanın içine girip Tabya duvarlarından Erzurum’u kuş bakışı seyrediyoruz. Mecidiye tabyasından Erzurumu seyretmek ve geçmişte Erzurum’da yaşanmış olayları düşünmek insanı etkiliyor.
Erzurum şehir merkezinde yorgunluğumuzu atmak için Cağ kebabınını dünyaya tanıtan ve patentini alan Kemal beyin kebap salonuna gelip Palandöken dağının kekik otlarından beslenen kuzu etinden yapılan cağ kebaplarımızı, Erzurum kadayıf dolmasını yiyerek Hasankaleye doğru yola çıkıyoruz.
Daha önce geldiğimiz Erzurum’da muhteşem kalkınma var. Çevre yolu hızla bitirilmiş. Çevre yolundan geçerek Önce Hasan Kaleye geliyoruz. Daha önce Hasankale’de çekimler yaptığımız şehitler mezarlığına çıkıyoruz. Şimdi adı Pasinler olan Hasankale’deki şehitlik içler acısı. Mezar taşları kırılmış, tezek yığınları ve evlerini kanalizasyon suları şehitliğe akıyor. Bu bölgenin belediye tarafından daha önce satıldığını ve şu anda da tapulu arazi olduğunu üzülerek öğreniyoruz. çekimleri yaparak Köprü köye doğru yola çıkıyoruz.
DADAŞLAR DİYARI ERZURUM’DA DEVRİ ALEM
Gitmediğiniz yersizin değildir sözüne ilaveten Tanımadığınız yerde sizin değildir sözü ile Anadoluyu gezmeye devam ediyoruz. Kameramız ve Fotograf makınamızla Anadolu yollarında Devr-i Alem yapıyoruz.
Mayıs ayı başında Erzurum İbrahim Hakkı Hz. Vakfının belgesel çekim davetı ile gittiğim Erzurum’da,yüzelece fotograf ve 7 saat belgesel görüntü çekiyor, ayrıca 4 ayrı yerde üniversite öğrencilerinin düzenlediği Tarih bilinci konulu konferansda konuşuyorum.
Ezurum’da yedeğimiz çağ kepaplar ve tatlılar bizim olsun, biz Palandöken dağlarının eteğinde düz ova’da kurulu Erzurumu size tanıtacağız.İslamiyetle Hz. Osman döneminde şereflenen Erzurum; 2700 yıllık türk şehri, Selçuklu Kartalı bakışı, Osmanlı duruşu ve Erzurum kongresi ile ile Cumhuriyetin temellerin atıldığı gazi şehir Erzurum’dayız.
Bugün size yiğit ve mert insalar kısaca dadaşların yaşadığı Erzurumu sizlere tanıtacağız.
İlçeleri: Aşkale, Çat, Hınıs, Horosan, Ilıca, İspir, Karaçoban, Karayazı, Köprüköy, Narman, Oltu, Olur, Pasinler, Pazaryolu, Şenkaya, Tekman, Tortum, Uzundere.
Denizden yüksekliği 1950 metreyi bulan, etrafı yüksek dağlarla çevrili geniş bir ovada, Palandöken Dağlarının eteklerinde yer alan bir şehir. Doğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük kenti ve oldukça eski bir yerleşim birimi. Son yıllarda kış turizmi açısından büyük önem kazanmış, tarihi yönden de çok zengin eserleri, içinde barındıran, adeta bir kültür merkezi olan bu şehir kuşkusuz Erzurum. Tarihi, kültürü, doğal güzelliği ve kış sporlarına sunduğu imkanları ile Erzurum Anadolu’nın bereketli coğrafyasında önemli bir turizm kenti.
Erzurum’un Kuzeyinde Artvin ve Rize, doğusunda Ağrı, Kars, Ardahan, güneyinde Muş ve Bingöl, batısında Bayburt ve Erzincan yer alıyor.
Geçmişi çok eskilere dayanan Erzurum’un ne zaman kurulduğu bilinmiyor. Bilinen şu ki Hurriler, Asurlular, Urartular ve Kimmerler burada hüküm sürmüşler. M.Ö. 4. M.S. 5. Yüzyıllar arasında Perslerin egemenliğine girmiş. Yedinci yüzyıla kadar süren Bizans egemenliğininin ardından müslümanlar şehri ele geçirmişler.
Erzurum 1080 yılında Selçukluların eline geçer ve 1080-1201 yılları arasında burada hüküm süren Saltuk Emirliğinin başkenti olur. 1242 yıllarından sonra sırasıyla İlhanlı, Togaylı, Çobanlı, Eretna, Karakoyunlu dönemlerini yaşar. 1389 yılında da Timur’un saldırısına uğrar. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı mülküne katılır.
Denizden yüksekliği 1950 metreyi bulan, etrafı yüksek dağlarla çevrili geniş bir ovada, Palandöken Dağlarının eteklerinde yer alan Erzurum, tarihi çok zengin bir şehir. Bugün onun tarihini canlı tutan Abdurrahman Gazi, Erzurum’u fetheden İslam ordularının bir şanlı temsilcisi olarak bilinir.
Erzurum nice destanlar yaşamış bir belde. İşte Üç aylık çocuğunu öptükten sonra eline aldığı satırla yola koyulan yeni gelin Nene Hatun. Rusların bozguna uğradığı bu saldırıdan sonra kahramanlık sembolü haline gelir Nene gelin.
Türk-Rus Harbi’nin kanlı ve karanlık günleriydi. 1877 yılı Kasım ayının 7′sini 8′ine bağlayan gece, civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete, sinsi sinsi yaklaşıp Erzurum’un meşhur Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmıştı. Tabyayı savunan bir avuç Türk askeri derin uykuda idi. Yataklarında bastırıldılar ve uykuda şehit edildiler. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de hiç bir direnme görmeksizin Aziziye Tabyası’na yerleştiler. Bu baskından yaralı olarak kurtulan bir asker koşa koşa Erzurum’a varıp kara haberi yetiştirdi. Minarelerden sabah ezanı yerine “Moskof Aziziye’ye girdi!” sesleri yükselmeye başladı. Bir anda bütün Erzurum duymuştu bu kara haberi. Ve bir anda bütün Erzurum şahlanıvermişti. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli kadınlı bütün Erzurum halkı Aziziye’ye doğru koşmaya başladı.
Bütün Erzurum, o dadaşlar diyarı şahlanmıştı. Erzurum halkı bir sel gibi akıyordu canından aziz saydığı Aziziye Tabyası’na doğru.Sonuçta 2 bine yakın Moskof askeri öldürülmüş ve Aziziye kurtarılmıştı.Burası savunma yeri Aziziye Tabyası. Tabyalar…. Düşmanı, şehrin dışında açık arazide karşılayıp şehre girmesini önlemek, şehrin düşmandan zarar görmesini engellemek amacıyla kademeli olarak yaptırılan savunma yerleri.Erzurum’da her yerde geçmişin izlerini bulmak mümkün. Ama Osmanlı-Rus savaşları hep bir şeyler götürmüş buralardan. Erzurum’da değişmeyen tek şey verimli toprakları ve vatansever halkı. Yaşadığı savaşların tahribatından nice tarih yadigarı eserlerini kaybeden Erzurum, yine de bir tarihi eserler zengini.
Erzurum’da en eski eser kaleden sadece iç kale bugüne ulaşabilmiş. Dış kaleye ait surların bazı izleri duruyor. Yaklaşık 2000 m. yükseklikte bir tepe üzerinde inşa edilmiş olan iç kale 5. yüzyılda Roma İmparatoru Theodosius tarafından yaptırılmış. İç kaledeki Mescid, kalenin kuzey duvarına bitişik duruyor. Erzurum’da en eski Türk yapısı olarak kabul edilen Kale Mescidi, mescid-türbe arası ilginç bir mimari özellik gösteriyor. Kale Mescidi ve saat kulesi Türk mimarlığının ilk örnekleri olmaları bakımından da önem taşıyorlar.
Şerefeleri düşmüş Çifte Minareler ve Çifte Minareli Medrese, Erzurum’un sembolü haline gelmiş. Bu güzel yapının kitabesi olmadığı için ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmiyor. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesiyle adına Hatuniye Medresesi de deniliyor. Bu güzel eser, dört eyvanlı açık avlulu medreselerin Anadolu’daki en büyük örneğidir.Çifte Minareli Medresenin hemen yanıbaşında kuzeybatı tarafında cadde üzerinde bir Ulu Camii var. 1179 tarihinde Saltuklulardan Ebu’l Feth Melik Muhammed tarafından yaptırıldığı söylenir. Ulu cami Anadolu’nun en büyük camilerinden sayılıyor.Erzurum’un en eski eserlerinden biri de Yakutiye Medresesi. Taç kapısındaki kitabeye göre İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında ve Bolugan Hatun adına, 1310 yılında yaptırılmış. Günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılıyor. Burası, Anadolu’daki kapalı avlulu medreselerin son örneklerinden biridir.
Bu güzel medresenin yanı başında yer alan ve onun minaresini kullanan bir Osmanlı yadigarı var. Murad Paşa Camii. Erzurum’da Osmanlı döneminde yaptırılan ikinci cami budur. ilk Osmanlı Camiisi de Lala Paşa Camii’dir. Erzurum’da şehir merkezini oluşturan cami budur. 1562 yılında Erzurum’da 13 ay Beylerbeyi görevinde bulunan Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Erzurum’da Üç Kümbetler görülmeye değer yerlerin başında geliyor.Aslında dört kümbet var burada. Bu dört kümbetin üçü önemli olduğu için Üç Kümbetler diye anılıyor. 1956 yılında onarılan bu kümbetlerin içlerinde kimlerin mezarları olduğu kesin olarak bilinmiyor.Erzurum’da bir tarihi destan: Rüstem Paşa Hanı. Taş han olarak da anılan bu eser, Erzurum’un en tanınmış yapılarından biri. Lala Mustafa Paşa Külliyesinden önce yaptırılmış.Kurşunlu kubbeleri beyitlerle işlenmiş bir şiir gibidir. Şehrin ortasına asılı bir kaside gibi durur. Bu klasik şiirin yanı başında serbest, modern şiirler yer alır. Siz de dilini bilmediğiniz bu eserin bölümleri arasında serpilen Oltu Taşı el sanatı ürünlerine dalıp gidersiniz.
Türkiye’de Erzurum’un Oltu ilçesinde üç yüzü aşkın ocaklardan çıkarılan yörede Erzurum kehribarı olarak adlandırılan, Oltu taşından sigaralık, tesbih, altın, gümüşle birlikte kullanılarak takı, kolye, broş, küpe, yüzük, bilezik yapımında kullanılıyor.Bu topraklar şairler, erenler diyarı. Her köyde bir türbe, her sokakta tarihî bir camiye rastlamak mümkün. Erzurum, İbrahim Hakkılar, Alvarlılar yurdudur. Halk arasında hâlâ saygınlığını koruyan Alvarlı Efe hazretleri burada yaşamış.Erzurum denince karakış gelir insanın aklına, her tarafın beyaza kestiği an, başka bir hayat başlar, bu erenler diyarında. Yüzyıllardır Doğu’nun en stratejik noktasını oluşturmuş. Her sokağında tarihten izler taşıyan doğunun bu şirin diyarında taş yapılar, suyuna giderseniz konuşur sizinle.Erzurum Türkiye’nin en yüksek ve soğuk illerinden biri. Sert kara iklimi hüküm sürer. Yılın 150 günü karla örtülü. Normal kış koşullarında 2-3 metre kar yağışı alır. Hakim rüzgar yönü güney ve batı yönlerindedir.
Kayak alanları 2200 – 3176 m. yükseklik kuşağı üzerinde yer alır. Karasal iklim nedeniyle, mevsim boyunca “toz kar” üzerinde kayak yapılır. 10 Aralık-10 Mayıs arasındaki dönem kayak etkinlikleri için en uygun zamandır. Ülkemizin önemli Kayak Merkezlerinden Palandöken Erzurum ili sınırları içinde yer alıyor.Palandöken’den başka Erzurum’un bir de Dumlu yaylası var. Huzur ve dinlenme yeri burası.Erzurum’un eski şehir dokusunu yaşamak için eski evleri arasında bir yürüyüş yapmak gerekiyor. Bu evler yörenin karasal iklimine göre tasarlanmış yapılar. Kışın sıcak, yazın serin oluyorlar.
Bu ilimizin bir de meşhur yemeği var. Cağ kebabı. Erzurum köylerinde yetişen koyun etinden yapılan Cağ Kebabı. Erzurum’a gidenlerin yemeden dönemedikleri yemek.Erzurum’da güzel bir üniversite var. Atatürk Üniversitesi. Bu güzel üniversite Anadolu ruhunun işleyen en güzel tezgahlarından biri.Erzuruma gelirseniz mutlaka palandöken dağlarına çıkın. Bir de meşhur cağ kebabından yemeyi unutmayın. Sevdiklerinize hediye almak isterseniz oltu taşından yapılmış hediyelik eşyalara bir bakın mutlaka ilginizi çekecektir. Bir de Erzurumda Erzurum Türküsünü dinlemek hiç de fena olmaz doğrusu.Milli Savunma Bakanlığının Resmi kayıtlarına göre Erzurum’da Balkan Savaşı, Birinci cihan harbi, Sarıkamış, Çanakkale, Kurtuluş savaşı, Kore ve Kıbrıs barış harekatında ve benzeri mücadelelerde 910 şehit verilmiş. Bu gün bu ilde 23’e yakın şehitlik var. Şehitlerimizi minnetle şükranla ve rahmetle yad ediyoruz.
Erzurum’un karakışıyla, bakir doğasıyla birlikte olmak kesinlikle huzur verici. Issız, uçsuz bucaksız arazi, karla kaplı dağ dorukları, tarihî yapılar yeniden gelmeniz için davetiye veriyor. Her köyün, her tepenin, her evin ayrı bir hikâyesi var ve en önemlisi bu hikâyeleri size seve seve anlatacak misafirperver Erzurum halkı var.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ BELGESELİ
Anadolu’da yaşayan evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden. Babası Osman Efendi de velî bir zâttı. İbrâhim Hakkı 1703 (H.1115) senesinde Erzurum’un Hasankale kasabasında doğdu. İbrâhim Hakkı hazretleri kendisini kısaca şöyle anlatmaktadır:
“Hicrî bin yüz on beş tarihinde bir bahar günü, İbrâhim Hakkı, Hasankale kasabasında doğdu. Bin yüz kırk senesine kadar ilim öğrenmek için çalıştı. Ârif olup dünyâyı unutarak, Allahü teâlânın aşkıyla yanıp kavruldu. İşini, gücünü, malını, mülkünü her şeyini bırakarak cenâb-ı Hakka yöneldi.”
İbrâhim Hakkı, yedi yaşına geldiğinde annesi SeyyideHanîfe Hâtun’u kaybetti. Babası Osman Efendi, İbrâhim’i amcasına emânet etti ve tasavvufta kendisini yetiştirecek bir rehber, âlim aramak için sefere çıktı. Kısa sürede Siirt’in Tillo kasabasında İsmâil Fakîrullah hazretlerinin büyüklüğünü, Allahü teâlâ katındaki yüksekliğini anladı. Ondan ilim öğrenmek ve hizmet etmek için geceli-gündüzlü çalıştı. Dokuz yaşına basan öksüz İbrâhim Hakkı, babasının hasretiyle yanıyordu. Amcası Molla Ali Efendi, İbrâhim Hakkı’yı alarak Tillo’ya babasının yanına götürdü.
İbrâhim Hakkı hazretleri Tillo’da babasına kavuşmasını şöyle anlattı: “Ben dokuz yaşında idim. Ali amcam beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo’ya girdik. Dergâha vardığımızda, babam ile hocası namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzü, bana, pederimden daha yakın geldi. O anda yüzünün cezbesi gönlümü aldı. Aklım, onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Gönlümü ona kaptırdım. Babam beni kendi odasına götürdü. Şefkat ile ilim öğretip, lütf ile terbiye etmeye başladı.”
İbrâhim Hakkı; babasından, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri öğrendi. Babasının arkadaşı MollaMuhammedSıhrânî hazretlerinden de, astronomi, matematik gibi zamânın fen ilimlerini tahsîl etti. Allahü teâlânın zâtında ve sıfatlarında mârifet sâhibi olmak, hasta kalbine şifâ bulmak için de İsmâil Fakîrullah hazretlerinin sohbeti ve hizmetiyle şereflendi.
İbrâhim Hakkı hazretleri, Tillo’ya geldiği günlerde gördüğü bir rüyâyı şöyle anlattı: “Rüyâmda gökyüzünü beyaz serçelerle dolu hâlde gördüm. Bir ara serçeler hep birden halkın üzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları babam uzaklaştırdı. Ancak bir serçe fırsat bulup, sağ koltuğuma sokuldu. Sabahleyin rüyâmı babama anlattım. Babam koltuğumun altına baktıktan sonra, orada tâûn, vebâ hastalığının belirtilerini gördü. Hastalığa yakalandığım ilk beş gün kendimden habersiz olarak yattım. Altıncı gece gözümü açtığımda babamı başucumda ağlar gördüm. Muhterem hocamız İsmâil Fakîrullah hazretleri de yanındaydı. Mübârek ellerini kaldırdı. Bana uzun uzun duâ ettikten sonra babama; “İbrâhim’in işi bitmiş iken Allahü teâlâ ihsân ederek onu yeniden diriltti.” buyurarak müjde verdi.”
İbrâhim Hakkı hazretleri on yedi yaşında yetim kalmasını şöyle anlattı: 1719 (H.1132) senesinde, benim çok sevdiğim babam ve anam, dert ortağım, üzüntülerimin gidericisi, hücredaşım, gurbet yoldaşım Derviş Osman Efendi, Cumâ gecesi sabaha yakın dünyâdan âhirete göçtü. Hak yolunda can verip Allahü teâlâya kavuştu. Maksadına ulaşarak rahmet deryâsına daldı. Bu yetim o gece başka misâfir odasında yattı. Sabahleyin kalkıp, hasta babamı görmek istediğimde, oradakiler bana; “Git, önce namazını kıl, sonra gel. Hasta şimdi rahatladı.” dediler. Bu söze inanıp mescide gittim.Herkes burnunu tutuyordu. Hepsinin nezle olduğunu sandım.Namazdan sonra odamıza geldiğimde babamın vefât ettiğini gördüm. Benim de rahatım gitti. Gönül evim karardı. Bir anda babamın ayrılık hasretiyle virânelerdeki kuşlara döndüm. Öyle feryâd etmek istedim ki, sesim göklere çıkacaktı. Ben bu hâlde iken o merhamet menbâı mübârek hocam geldi. Benden o üzüntü ve elemi aldı.Ben de kalkıp kendi kendime; “Şimdi ayıptır, sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim.” dedim. Mübârek hocamız herkese selâm verip, garîb oğlu Derviş OsmanEfendinin başı ucunda oturdu. Şehid rûhuna bir Fâtiha okuyup, sevâbını bağışladı ve murâkabeye daldı. Ben hocamın karşısında babamın da ayak ucunda idim. Bir anda Allahü teâlânın ihsânlarına kavuştum. Vefât eden babam, mübârek başını kaldırdı. Kimyâ tesiri olan nazarıyla yüzüme bakıp, tebessüm ederek tâziyede bulundu. O anda mübârek göğsünden şimşek gibi bir nûr parladı. Kalbim titredi, üzüntü ve elem gidip, yerine sürûr ve lezzet doldu. Babamı bu hâlde görünce, bayramlıklarını giymiş bir çocuk gibi sevindim. Üzüntülü duran ahbablar bu sevincime bir mânâ veremeyip hayret ettiler. Allahü teâlânın ihsânı ve mübârek hocamın himmeti bereketi ile olan bu hâdiseyi oradakiler görememişti.
Hocamız oradan ayrıldıktan sonra babamın yüzünü açıp baktım. Güler gibi bir hâli vardı. Yüzü nûrlu, bedeni sıcak ve yumuşak idi. Sanki uyuyordu.Cenâze namazına çevre köyler ve bütün Siirt halkı geldi.Namazını hocamız kıldırdı. Onun vefâtına benden başka herkes üzüldü. Âlemin babası olan hocamız, bu yetimine şefkat edip iltifât eylediğinden, merhum babamdan sonra onun hizmetleri bize mîras kaldı. Mübârek hocam, bu bozuk huyluyu nice hikmet şurupları ile terbiye eyledi. Kalb hastalıklarından beni kurtardıktan sonra, kendi muhabbeti ile yaktı. Böylece bende, âhiret hâllerinde yakîn hâsıl oldu. Tevekkül etme, dert ve belâlara, ibâdete ısrarla devâm etmeye tahammül, her işe rızâ gösterme hâli hâsıl oldu. Pek kıymetli, lezîz nîmetler ihsân edildi. Hepsinden daha evlâsı ve kıymetlisi ise,Allahü teâlânın zâtında ve sıfatlarında bilgi sâhibi olmaya, mârifetullaha kavuştum.
İbrâhim Hakkı hazretleri, babasının vefâtından sonra hocasının emriyle Erzurum’a gitti. Amcalarının da teşvikleriyle sekiz sene ilim tahsîl etti. Burada tahsîlini bitirdi, fakat gönlü, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerinin ateşiyle yanıyordu. 1728 (H.1140) senesinde yirmi beş yaşında iken tekrar Tillo’ya geldi. Burada hocasının 1734 (H.1147) senesinde vefâtına kadar hizmetiyle şereflendi. Sonra Erzurum’a döndü. Küçük yaşta ayrıldığı Hasankale’ye gelip, yerleşti.
İbrâhim Hakkı hazretleri, Hasankale’de evlendi, sonra İstanbul’a gitti. Mahmûd Han ile görüştü ve saray kütüphânesinde çalışmalar yaptı. Bir sene sonra talebe yetiştirmek için Abdurrahmân Gâzi Zâviyesine tâyin edilerek Erzurum’a geldi.Talebe yetiştirmek için, uzun ve yorucu bir çalışmaya girdi. Hanımı Firdevs Hâtun’dan, İsmâil Fehim ve Ahmed Naîmî isminde iki oğlu dünyâya geldi.
1755 (H.1169) senesinde tekrar İstanbul’a gitti. Sarayda, dîvân kâtibi Ali Efendi başta olmak üzere, pekçok kimselerle dost oldu. Sultan Üçüncü Mustafa Han zamânında da Abdurrahmân Gâzî zâviyesinin berâtı yenilendi.
İbrâhim Hakkı hazretleri, 1763 (H.1177) senesinde hâtıralara bağlılığı ve vefâ duygusunun çokluğundan, hocasının memleketi olan Tillo’ya gitti. İsmâil Fakîrullah hazretlerinin torunu Fâtıma Hâtunla evlendi. Orada kaldı. Talebe yetiştirmeye burada da devâm eden İbrâhim Hakkı bir sene sonra hacca gitti.Dönüşünde tekrar talebe okutmaya devâm etti.
İbrâhim Hakkı hazretleri, zaman zaman Tillo’da, “Cebel-i Ra’sil Kuvâ” ismindeki tepeye çıkardı. Talebelerine de; “Bu tepe, yakında büyük bir nâma kavuşacaktır.” derdi. Bu tepeye bir musallâ taşı yaptırdı. Her uğradığında oraya otururdu. Ölümü, âhireti ve hesâbı düşünürdü. Yine bir gün üç talebesi ile bu tepeye çıktı. Üçünün de ismi Mahmûd’du. Onlara; “Sübhânallah! Hepinizin adı da Mahmûd. Herbiriniz de amcalarınızın kızı ile evleneceksiniz. Fakat sâdece biriniz Allahü teâlânın evliyâ kulları arasında yüksek derecelere sâhib olup; “Memduh” lakabıyla isimlendirilecektir. Ona her taraftan akın akın talebe ilim öğrenmeye gelecektir. O, bu tepeye bir ev yaptırıp herkesin hidâyete kavuşmasına vesîle olacaktır.” buyurdu. Talebeler de kendi kendilerine; “Mübârek hocamızın müjde verdiği o kimse ben olsam.” diye temennî ettiler. Bir müddet sonra içlerinden ikisi ayrıldı. İbrâhim Hakkı hazretleri yanında kalan Mahmûd’a; “Biraz önce müjde verdiğim Mahmûd sensin. Fakat bu sırrı, ben sağ olduğum müddetçe kimseye söyleme.” buyurdu.
1778 (H.1192) senesinde ömrünün sonlarına yaklaşan İbrâhim Hakkı, vasiyetnâmesini yazdı. Sık sık hastalanması sebebiyle bizzat kendisi kitap yazmak için uğraşamıyordu. Ancak yazdırmak sûretiyle kalan ömrünü bereketlendirmek istiyordu. Bu sebeple oğullarının kâtib olarak yardım etmelerini istedi. Kendisi söyleyip oğulları yazdılar. Nihâyet 1781 (H.1195) târihinde bir Perşembe günü vefât etti. Tillo’da, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerinin kabrine komşu olacak şekilde defnedildi. Ölümü için de; “Hudâyı bilmeye ancak cihâne geldi sultânım.” mısraı târih olarak düşürüldü.
Hayâtını ilim öğrenmek, öğretmek ve kitap yazmakla geçiren İbrâhim Hakkı hazretlerinin vefâtında, iki oğlu ve iki kızı vardı. Oğulları, İsmâil Fehim ve Muhammed Şâkir’dir. Babasının neslinin devâmını Muhammed Şâkir sağladı. Kızları Şemsî Âişe ile Hanîfe Hâtun’dur.
İbrâhim Hakkı hazretleri, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi naklî ilimlerin yanında, aklî ilimlerle de uğraşmış, canlılar hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck, İngiliz Ch. Darvin, Hollandalı Hugo de Vries gibi batılı ilim adamlarından çok önce, canlılar hakkında, en basitinden en mükemmeli olan insana kadar düzgün bir tekâmül bulunduğunu yazmıştır. Bu konuyu ele alırken, bu tekâmülde arada görülen belli noktaları, husûsî özellikleri ve her birinin hudutlarını tesbit etmiş, hepsinin ayrı ayrı cinsler olduğunu ayrıca belirtmiştir. O sâdece biyoloji ilmi ile değil; fizikten kimyâya, matematikten astronomiye kadar, devrindeki bütün ilimlerle uğraşmış, bir ilim ve mârifet hazînesi olan Mârifetnâme’sinde, bütün bunlara yer vermiştir. Mevâlîdi, yâni canlı cansız bütün varlıkların yaradılış sırrını bilmek ve irfânı tahsîl etmek, onda pek açık olarak görülmektedir.
Hayâtında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı elden bırakmayan İbrâhim Hakkı hazretleri, ideal insan tipi olarak, ârif insanı göstermiştir. Kendisi de bu ölçü içinde kalmıştır. Ona göre, ârif; gönülle ve akılla bilendir. Fakat gönülle bilmek ârifin yegâne husûsiyetidir. Bu yüzdendir ki o, gönüle, eserlerinde büyük yer vermiştir. Gönül, sevgilinin mekânıdır. Aşk sâyesinde bu sevgi vardır. Bu yollarda hikmet (fen ve sanat) vardır. Mevâlîd (varlıkların sırrını anlama) bu yolla olmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse İbrâhim Hakkı; gönül sâhibi olan, fen ve sanata yer veren büyük bir âlim, hakka rızâ gösteren bir velîdir. Eserlerinin ismine ve mahlasına bakınca, bütün bunların hepsi görülür. Dîvânının adı İlâhînâme’ dir.Bu ismi boşuna koymamıştır. Hakîkaten hepsi ilâhîdir.Mârifetnâme ise ârifîn kitabı demektir.Cevher-i Evvel denir.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya göre, bütün varlık küre şeklindedir: “Alemin her ne tarafına nazar olunsa şekli muhaddep görünür.” “Arzda ve semada müşahede olunan bütün şekiller yuvarlaktır”. Einstein bu görüşü ondan çok daha sonra matematiksel yollardan göstermiştir.İnsanların nazarında çok önemli bir yer işgal eden Marifetname adlı eseri defalarca basılmıştır.
Erzurum Milletvekili Doç. Dr. Ömer Özyılmaz’ın girişimleri sonucu doğumunun 300. yılı sebebiyle İbrahim Hakkı Pulu bastırıldı. İbrahim Hakkı Hazretleri, doğumunun 300. yılında ilk kez devlet töreni ile anılmıştı.
GÜNEY AFRİKA’DA ERZURUMLU BİR ALİM…
Erzurumlu bir çok evliya,alim, düşünür, fikir adamı ve gönül insanı bulunmakta. Erzurum’un yetiştirdiği ebubekir efendi bu alimlerden birisi. Asblen eruzurumlu olan ve güney Afrika’ya İslam medeniyetini götüaren Ebubeakir efendinin hizmetleriyle ilgili tarihçi yazar Erhan afyoncu’nun yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Mücahit İmam: Ebubekir Efendi / Yayin Tarihi: 25 Mayıs 2008 / Kategori: Kahramanlar
AFRİKALI MÜSLÜMANLARIN KADERİNİ DEĞİŞTİREN ÂLİM EBUBEKİR EFENDİ
Osmanlı çöküş yıllarında bile dünya gücüydü. 19. asrın ikinci yarısında G.Afrika’ya gönderilen Ebubekir Efendi bölgedeki Müslümanları Osmanlı’ya bağlamış ve kıtanın güneyinde İslamiyet’i yaymıştı.Tarihin bazen ilginç tarafları vardır. Atalarımız, Osmanlı İmparatorluğu’nun en muhteşem zamanında yapamadıkları bazı işleri, devletin çöküş yıllarında gerçekleştirdi. Tabii, bunun sebebi Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silindiği zaman bile bir dünya gücü olmasıydı.Osmanlılar, 16. yüzyılın başlarından itibaren Kuzey Afrika’yı fethetmiş, yer yer kıtanın ortalarına kadar olan yerleri hakimiyetleri veya nüfuzları altına almışlar ama Güney Afrika ile ilgilenmemişlerdi.
Güneydoğu Asya’dan 18. yüzyıl başlarında getirilen Malayi asıllı köleler, Ümitburnu’nun ilk Müslümanlarıydı. Hacca gidenlerin Vehhabilik’ten etkilenmeleri ve bölgede bilgili din adamlarının olmaması yüzünden Ümitburnu Müslümanları gruplara bölünmüşlerdi. Müslümanlar’ın fikir ayrılıkları çatışmaya gidince düzen bozulmuş, durumdan rahatsız olan İngiliz yönetimi bir çözüm yolu aramaya başlamıştı. Tarihçi Ahmet Uçar, yıllar süren araştırmaları sonucu yazdığı “140 Yıllık Miras Güney Afrika’da Osmanlılar” isimli kitabıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Afrika’daki faaliyetlerini aydınlattı.
OSMANLI’DAN DİN ADAMI İSTENİYOR
Capetown’dan bölgenin dini liderleri, 29 Ocak 1857′de Osmanlı hükümdarı ve halife olan Sultan Abdülaziz’e bir mektup göndererek, dini problemlerini çözmek için dini kitaplar istediler.
Osmanlı yönetimi, gönderilecek Arapça ve Türkçe dini kitapların Ümitburnu’ndaki Müslümanlar’ın derdine çare olamayacağını düşündüğü için Güney Afrika’ya bir İslam âlimi göndermeye karar verdi. Ancak imparatorluğun çatırdadığı bir dönemde böyle âlim nereden bulunacaktı? Osmanlı yönetimi, Ümitburnu-İstanbul arasındaki ilişkileri geliştirmek için İngiliz Hakim Roubaix’i, Capetown Osmanlı fahri konsolosu tayin etti. Bu tayin Osmanlı’yı şehirde popüler hale getirdi.
Capetown Müslümanları, 16 Nisan 1862′de Roubaix aracılığıyla Güney Afrika’daki İngiliz sömürge valiliğine Cava dilini unuttukları için dini kitaplarını okuyamadıklarını, bu yüzden de kendilerine İslam’ı öğretmek ve anlatmak üzere Hilafet merkezi olan İstanbul’dan bir âlim getirtilmesini” istiyorlardı.Osmanlı yönetimi, bu talep kendilerine ulaşınca meseleyi yeniden gündemine aldı. Ahmed Cevdet Paşa’nın araştırmaları sonucu bulduğu Kerküklü Ebubekir Efendi’nin 25 lira maaşla Güney Afrika’ya gönderilmesine karar verildi.
Ebubekir Efendi, 1 Ekim 1862′de İstanbul’dan ayrılarak, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra 13 Ocak 1863′te Capetown’a vardı. İngilizler, Müslümanlar arasında “Halifenin temsilcisi”nin meydana getireceği dalgalanmadan çekindikleri için, Müslüman halktan Ebubekir Efendi’nin gelişini bir süre sakladılar. Ebubekir Efendi, başlangıçtaki kendisine karşı ilgisizliğin nedenini anlayamamıştı.Capetown Müslümanları biraz gecikmeyle de olsa, Ebubekir Efendi’nin geldiğini öğrendiler. Şehrin gazeteleri İstanbul’dan gelen bu “büyük misafirden” övgü ve ilgiyle söz ettiler. Ebubekir Efendi’nin Capetown Müslümanları arasındaki ayrılık ve cehaleti gidermek üzere Halife Abdülaziz tarafından gönderildiği haberi şehrin her tarafına yayıldı.
Ebubekir Efendi ilk günlerini Capetown ve halkını tanımakla geçirdi. Capetown, onu adeta büyülemişti ama görevini de hiçbir zaman unutmadı. 13 bin civarında nüfusa ve minaresiz iki camiye sahip olan Capetown Müslümanları, genellikle dar gelirli olup, daha çok arabacılık, balıkçılık ve çiftçilikle uğraşmaktaydılar. Felemenkçe-Malayca karışımı yeni bir dille konuşuyorlardı. Hıristiyanlar’la araları iyiyken, kendi aralarında devamlı kavga vardı. Batıl adet ve geleneklerin haddi hesabı yoktu.
ÜMİTBURNU’NDA OSMANLI OKULU
Ebubekir Efendi, Capetown’a varışının 15. gününde bir okul açtı. 20 gün içinde 300′den fazla öğrenci topladı. Kur’an-ı Kerim, Arapça, Türkçe öğretti ve dini kitaplar okuttu. Birçok önemli dini kitabı, altı ayda hızla öğrendiği Cava Malaycası’na çevirip, eliyle çoğaltarak öğrencilerine dağıttı. Yaşlılara tatil günlerinde tefsir okutup, sohbet etti.İşler yolunda gidiyordu ama Ebubekir Efendi’nin sıkıntıları da vardı. Onun gelmesiyle düzenleri bozulan sahte şeyhler, çıkarcı imamlar, sahte mürşidler halkı tehditle Ebubekir Efendi’nin yanından uzaklaştırmak için uğraştılar, ancak başarılı olamadılar. Ebubekir Efendi’yi olmadık ithamlarla mahkemeye şikâyet etmiş ve kiraladıkları serseriler fiili saldırıda bile bulunmuşlardı.
Ebubekir Efendi’nin faaliyetleri 1870′lerde Güney Afrika’nın her tarafına yayıldı. Yetiştirdiği öğrenciler Capetown’dan başka Port Elizabeth, Johannesburg, Kimberley, Durban hatta Mozambik’te bile Osmanlı okul ve camileri açıp, bütün Güney Afrika Müslümanları’na liderlik yaptılar. Camilerde hutbeler Osmanlı sultanları adına okundu. Açılan kampanyalarla Hicaz Demiryolu için binlerce sterlin toplandı. Yüzlerce Afrikalı 1911 Trablusgarb ve 1912 Balkan savaşlarında savaşmak için Harbiye Nezareti’ne, yani Osmanlı Savaş Bakanlığı’na müracaat ettiler. Milli Mücadele’de de bu durum devam etti. Ankara’ya 17.634 lira ve 875 sterlin gönderip, İstiklal Harbi şehitlerimiz için İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika’da mevlit ve hatimler okutmuşlardı.
EBUBEKİR EFENDİ MÜZESİ 1978′DE AÇILDI
Ebubekir Efendi, 29 Ağustos 1880′de Capetown’da 57 yaşında, arkasında altı çocuk bırakıp öldü. Babalarının ölümünden sonra, eğitimlerini sürdüren çocukları daha sonra Ebubekir Efendi’nin görevini başarıyla sürdürdüler. Güney Afrika Hükümeti, Ebubekir Efendi’nin Güney Afrika’ya gelişinin 115. yılı olan 1978′de “Ebubekir Efendi Müzesi” açarak, burada Ebubekir Efendi ve ailesine ait belge, resim ve eşyalar sergilenmeye başlandı..
Kaynak: Dr. Erhan AFYONCU