banner1006
 Muhsin BOZKURT

Akıl ve kalb ile gidenler arasında olanlardan biri de, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’dir.
Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî; meşhur eseri İhyau Ulûmi’d-Din ile,
Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, ünlü eseri, baş yapıtı Mesnevî-i Şerif ile,
İmam-ı Rabbanî; Mektubat’ı ile hem akla hitap etmişler hem de kalbe.
Madde-Mânâ elele ve atbaşı gidiyor bu eserlerde.
İnsanın da maddesi var. Akla ihtiyaç duyar.
İnsanın da mânevî tarafı, mânâsı var. Kalbe ihtiyaç duyuyor.
Çünkü “Aklın nûru (ışığı) fünûn-u medeniyedir.” Yani aklın ışığı ilimdir. Fendir. Bilimdir.
“Vicdanın ziyası (ışığı) ulûm-u diniyedir.” Yani vicdanın ışığı din ilimleridir.
Yâni doğruyu bulmak, doğruyu bilmek, doğruda olmak din ile mümkün. Din ile olasıdır. Ancak din ile Hak bilinir. Din ile Hak tanınır. Din ile kul; kulluğunu bilir. Bundan dolayıdır ki “Nübüvvet (Peygamberlik) beşerde (insanlık için) zarurîdir.” Yani Peygambere olan ihtiyaç, insan için mutlak zorunludur.
İnsan; Peygamberle ancak, dünyadaki konumunu bilir.
İnsan Peygamberle ancak, dünyada bulunuş sebebini anlar.
İnsan Peygamberle ancak, sonunun ne olacağını, geleceğin kendisine neler getireceğini bilir. Anlar. İnsan ancak; Peygamber’in Allah’tan getirdikleriyle, önünü görebilir. Sonunu akleder. Gerekeni yapar. Peygamber, gözünün nûru olur. Onsuz; bakar kör olduğunun bilincine varır. Var gücüyle onun ipine sarılır. Onun kendisini Allah’ın huzuruna çekmek istediğini fehmeder.
İşte Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretleri, Peygamberimizin âdeta bir mikrofonudur. Peygamberimiz, bizlere sesini bir de onunla duyurmaktadır. Görünüşte Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, kuru bir üzüm çubuğu gibidir. Ama ucunda tatlı mı tatlı, güzel mi güzel, hoş mu hoş üzüm salkımları taşımakta, bizlere sunmaktadır. Nasıl ki üzümün lezzeti kuru çubuğunda aranmaz. Mevlânâ’nın hoş sohbetlerinin doğruluk tadı, hakikat bilgisi, irfan kaynağı olan inci gibi sözlerinin kaynağı bizzat Allah’tır. Nitekim bunu Mevlânâ’nın kendisi de söylemektedir. Mesnevî adlı eserini; Allah’ın zaman zaman yaptığı ilhamlarla yazdığını kesin bir dille belirtmektedir.
Bir Peygamberi her yönüyle tanımak; bütün Peygamberleri tanımak demektir.
Bir vehbî âlimi -ayrıca Allah vergisine mazhar olan ilim sâhibi- bir zâtı tanımak, onun gibi bilginlerin tümünü tanımak demektir.
İşte Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, böyle bir zâtı muhteremdir. Çok saygın kişiliği olan bir kimsedir.
Kendisinden öncekileri şahsında topladığı gibi, kendisinden sonrakilere de bir çekirdek olmuştur.
Zaman-zemin ve şahıslar farklı, fakat hepsinde gaye, hedef, maksat ve metod aynıdır.
Sunuşlar değişik, kaplar çeşitli ama, içindekiler hep aynıdır.
Hepsinde öncelikle konu insandır. Ferttir. Bireydir.
Kabuktan ziyade özdür. Maddeden ziyade mânâdır.
Hepsinin; etrafında toplanılmasını istedikleri temel kavramlar şunlardır: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadet. Hepsinin istediği; hepsi de kulluğu gerektiren şeylerdir. Nitekim yaptıkları, yapmak istedikleri hep aynı şey olmuştur.
Nitekim, Mevlânâ için “Ben O’nun zamanında gelseydim, öyle yazardım. O, Benim zamanımda gelseydi, böyle yazardı.” diyen asrın âlimi, kerametvâri bir söz söylemiştir.
Çünkü Mevlânâ’yı yersiz, yakışıksız ve liyakatsizce tenkit edeceklere bu sözü, onların yüzlerine bir şamar gibi iniyor. Onlara hadlerini bildiriyor. Onları kendilerine getiriyor. Yâni demek istiyor ki o zât değerli okur! Ben O’nun zamanında gelseydim, O’nun yaptığı gibi hizmet ederdim. O, Benim zamanımda gelseydi, O da Benim gibi hizmet ederdi.
Evet, yaşadıkları zamandan öncekilerle, yaşadıkları zamandan sonrakilerle, bu tip şahısların aynîliği vardır. Aynı maddî-mânevî safahat ve evrelerden geçerek kâmil ve erdemli oluşları vardır. Aynı hizmete talip oluşları vardır. Çevrelerinde halelenen ve halkalanan insanları, en güzel şekilde tenvîr edip, bir güzel aydınlatmaları vardır.

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981

banner934