banner1024

Muhsin BOZKURT

“Kişi refikinden (arkadaşından) azar.” diye bir atasözümüz var. Tabii bu söz aksi yönde de geçerlidir. Bu sözü genelleştirirsek “Kişi arkadaşı sayesinde azar da, yolunu bulur da.” diyebiliriz.
Yine “Arkadaşını söyle, ne olduğunu veya kim olduğunu söyleyeyim.” şeklinde başka bir vecizemiz mevcut.
Yine “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.” sözünü hepimiz biliriz.
Büyük zâtların da arkasında ve yanında onlar gibi büyük zâtlar görülür.
Bu, dün olduğu gibi, bugün de böyledir. Tarih boyunca, bir yetişen bir de yetiştiren hep olagelmiştir.
Kâinat’ta her şeyin çift oluşunun bir cilvesi de bu olsa gerek.
Nitekim Akşemsettin (? – 1459) olmasaydı, Fatih Sultan Mehmet (1432 – 1481); Fâtih olabilir miydi?
Aristo (M.Ö. 384 – 322) olmasaydı, Büyük İskender (M. Ö. 356 – 323); büyük olabilir miydi?
Şems-i Tebrizî (Tebrizli Şems) (? – 1247) olmasaydı, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (1207 – 1273); Hz. Mevlânâ olabilir miydi?
Bu liste uzayıp gider. Fakat gerek yok.
Gerçekten tarihte -genellikle- her büyük zâtın yanında, bir başka büyük zât bulunagelmiştir.
Allah, seçkin kullarına bir başka seçkin kulunu -âdeta- Hızır gibi yetiştirmiş. Onun potansiyelinin, manevî değerinin tam olarak ortaya çıkmasına vesile ve sebep olmuştur.
Bu, Hz. Mevlânâ için Şems-i Tebrizî’dir. Şems sanki sırf Mevlânâ için seçilmiş, onun için yetiştirilmiş, ona refik ve arkadaş olarak gönderilmiştir.
Nitekim Şems-i Tebrizî, Hz. Mevlâna’ya bir şeyi fark ettirdi. Bir şeyin farkına vardırdı. Bir şeyi görmesini sağladı. Bir şeyi yapmasını temin etti.
Çünkü:
Herşey ortada ama; hani nerde farkeden?
Herkes bakıyor ama, hani nerde gören?
Herkes duyuyor ama, hani nerde işiten?
Herkes biliyor ama, hani nerde anlayan?
Herkes anlıyor ama, hani nerde yapan?
Çünkü:
Her bakan görmüyor!
Her duyan işitmiyor!
Her bilen anlamıyor!
Her anlayan yapmıyor!
Demek ki, “Görenedir görene, köre ne?” boşuna söylenmemiştir.
Aslında Hz. Mevlânâ, büyük bir âlimdi. Sâhasının âlet ilimleri dâhil, bütün ilimlerini tahsil etmişti. Mevlânâ’nın Şems’den mâlûmat yönünden öğrenebileceği bir şey yoktu.
Nitekim Şems, Mevlânâ’ya yeni bir şey öğretmedi. Bir bakıma bildiklerinin ne olduğunu bildirdi. Bildiklerinin içyüzüne onu vâkıf etti. Âdeta Şems’le Mevlânâ’nın birlikteliği, Hz. Hızır’ın Hz. Musa ile olan arkadaşlığını andırır.
Hz. Hızır, Hz. Musa için nasıl bir fonksiyon icra etmişse; Şems de Mevlânâ için aynı fonksiyonu icra etmiştir.
Nitekim Şems-i Tebrizî çeşitli esrar ve sırlara mazhar olur, birçok hakikatlere kavuşur. Sayısız gerçeklere muttali olur. Yani ona mâlûm olurdu. Fakat hiçbirini şiir olarak söyleyemez, terennüm edemezdi.
Kendisinden feyz aldığı Baba Kemâl-i Cündî, bu hâline şöyle bir açıklık getirir ve der ki:
“Yüce Allah seni, senin gibi birine arkadaş edecek. O, senin adına her mârifet, bilgi ve hakikatleri dile getirip, söyleyecek ne gam!”
Gerçekten Mevlânâ, Şems’i kaybettikten sonra, duyup hissettiği bütün duygularının altına Şems’in adını yazar oldu.

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981