Özellikle bâzı ilim adamlarımız -yabancı dil bilmelerinin de dürtüsüyle olsa gerek- yazılarında yeterinden fazla yabancı kelime kullanıyor ister istemez.

Kullanmak zorunda kaldıkları neyse de, Türkçe’de karşılıkları olduğu halde yersiz bir şekilde yabancı kelime kullanmaktan -ne hikmetse- kendilerini alamıyorlar. Gerçekten çok acı bir durum.
Geçenlerde, televizyondaki sohbetlerinden dolayı halkın da çok iyi tanıdığı bir profesörümüzün yazısını okudum. İnanın inanamadım. Üşenmedim saydım. Yirmi kelimeyi buldu. Benim de karşılığını bilmediğim, cümlenin gelişinden de çıkarmam mümkün olmayan yirmi kelime.
Tek bir yazıda Türkçemizde var olan bu kadar kelime ihmal edildi. Terkedildi. Nisyana gömüldü. Unutulmaya mahkûm edildi. Tarihten gelen köklü kelimelerimiz berhava oldu. Bunların yerine gecekondu mesabesinde, ne idüğü belirsiz kelimeler konmuş oldu. Böylece dilimiz, devamlı olarak yaz-boz tahtasına döndü.
Oysa istikrarsız / oturmamış / iğreti bir lisan ve dille istikrarlı / oturaklı / yerleşik / sabit bir kültür oluşmaz.
Bu şekilde ancak şahsiyetsiz, kişiliksiz insan ve yurttaşlar yetişir.
Bu da milletin geleceğini tehlikeye düşürür.
Çünkü dil olmayınca, bireylerin anlaşması mümkün olmaz.
Anlaşma olmayınca birlik sağlanamaz. Kaldı ki birliğin olmadığı yerde huzur da yoktur.
Çünkü Millet; onu millet yapan terkip olmaktan çıkar; karışım hâlini alır.
Bu ise -Allah etmesin- dağılmanın kapısını aralamaya imkân verir.
Bu durum iğretilik arzeder. Bir üfleyişle sönecek mum hâline dönüştürür milleti.

Diliyle uğraşan her millet;
Olur bir gün birbirine illet!
Diliyle bozuşan her bir millet;
Düştüğü yer olur bir gün zillet!
X
Türkiye’nin hemen her yöresinde, sessiz sedasız bir işgal faaliyeti var. Sinsi bir şekilde her köşede, her dönemeçte her gözüken yerde yerini alıyor. Güzelim Türkçemize sanki meydan okuyor. Türkçemize musallat oluyor. Türkçemize sarkıntılık ediyor. Alaycı bir gülümseme ile Türkçenin gerilemesinden âdeta saditçe zevk alıyor.
Alış veriş merkezleri “cennet” oluyor. Aş evleri zaten “lokanta” ve “restaurant” olmuş vaziyette.
Kırk yıllık hatırı olan “kahvehaneler” ve “kahveler” “cafe” oluyor. “Dükkânlar, bakkallar” “market” oldu bile.
Günlük konuşmalarımız bile tuhaflaştı artık. Ayrılırken birbirimize, “Allaha ısmarladık” değil “Bay bay” diyoruz.
Artık “Çay içmek” istemiyor, “Çay alıyoruz!”
“Çay içer misin?” Diye değil. “Çay alır mısın?” Diye soruyoruz!
Artık “Banyo yapmıyor”; “Banyo alıyoruz!”
“Bir şey yer misin?” demiyor; “Bir şey alır mısın?” diyoruz.
“Hoşça kal” demiyor “Bay bay” demeyi marifet sayıyoruz.
“İsminizi sorabilir miyim” veya “Öğrenebilir miyim” yahut “İsminizi söyler misiniz?” demiyor;
“İsminizi alabilir miyim?” diyoruz. Sanki isim maddî bir şeymiş gibi.
Adres sormuyor. Adres alıyoruz. Sanki adres satın alınacak bir şeymiş gibi.
Daha bunlar gibi nice uygunsuz cümleler sarfediyoruz.
Türkçeden sapkın sayısız tümceler.
X
Gittikçe Türkçe oluyor bizden uzak!
Yabancı dil bizlere kuruyor tuzak!
Velhasıl iki gözüm:
“Sömürücülük düzeni ortadan kalkmadan kültür bağımsızlığına erişemezsin. Bunun mümkünü çaresi yok.
“Yazarlarımız yakında Amerikan İngilizcesi sentaksıyla tümceler kurarlarsa hiç şaşmayın.
“Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşurlarsa, ki çokları konuşuyorlar, hiç şaşmayın.” (-Yaşar Kemal’in 14. 5. 1965 tarihli bir yazısından- Feyza Hepçilingirler, Cumhuriyet KİTAP, 16 Eylül 2004)

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981

banner934