İnsaniyete eriş bahtiyarlığıdır. Çünkü insan mânasıyla insandır. “Ete kemiğe büründüm, Yûnus diye göründüm.” diyen Koca Yûnus, aslında mânasının somutlanışından bahsetmek istiyor.
Siz demek istiyor, ete kemiğe aldanmayın; onlara sinmiş, onlara sızmış olan cevherimin, mânamın farkına varın diyor.
İşte ey sevgili kaari! Kulak ver şu kutlu söze. Kulak ver şu mutlu öze. Kulak ver şu İlâhî köze:
“Saadet-i ebediye (ebedî saadet), iki kısımdır. Birinci ve en birinci kısım, Allah’ın rızasına (kavuşmak), lütfuna (ermek), tecellîsine (ayna oluşun farkına varmak), kurbiyetine (yakınlığına) mazhar (yani yakınlığının ayırdında) olmaktır.”
Evet nimetten ziyade nimeti veren Allah’ı bilmek; en büyük nimet, ne büyük saadet!
İşte asıl hikmet; Allah rızasını kazanma iştiyakıyle yanıp tutuşma…
İşte bu çeşit bir mâna en büyük nimet, ne büyük saadet!
İşte asıl hikmet; Allah’ın lütfuna ermek gerektiğini anlamak, her çeşit tecellîsine mazhar olduğunu bilmek, yakınlığına mazhar olmak, en büyük nimet, ne büyük saadet! İşte asıl hikmet!
İşte bu en büyük nimetler asıl saadet kaynaklarıdır.
Evet, ne demiştik “Saadet-i ebediye iki kısımdır. Birinci ve en birinci kısmı, Allah’ın rızasına, lütfuna, tecellîsine, kurbiyetine mazhar olmaktır.”
Ve bunların cennet-âsâ ve hattâ cennet üstü lezzetler cümlesinden olduğunu belirtmiştik.
Tesbîte devam edelim: “İkinci kısmı ise, saadet-i cismaniyedir (cismanî / bedensel saadettir). Bunun esasları mesken (ev), ekl (yemek-içmek), nikâh olmak (evlenmek) üzere üçtür. Ve bu üç esâsın derecelerine göre, saadet-i cismaniye (cismanî / bedensel saadet) tebeddül eder (değişir). Ve bu kısım saadeti ikmâl ve itmâm eden (olgunlaştırıp tamamlayan), hulûd ve devamıdır. Çünkü saadet devam etmezse, zıddına inkılap eder (zıttına dönüşür.)”
Bu cismânî saadet ayrı bir konudur. Aslında o cismanî saadetlerin; insandan istenen, beklenen mânalar için önümüze konmuş olduğunu bilelim, derken yukarıdaki sözü tamamlıyalım:
“Birinci kısım saadetin aksamı (kısımları), tafsilden (uzun uzadıya açıklamaktan) müstağnidir veya (buna) gayr-i kabil (kabil değil)dir.”
Dikkat edelim aziz okurlar! “Birinci kısım saadetin (yani İlâhî mârifet, İlâhî haz, imanı billah / Allah’a inanma, mârifetullah / Allah bilgisi, Allah’ı tanıma, muhabbetullah / Allah sevgisi ve bunların bizleri kavuşturduğu lezzet-i ruhaniye / ruhsal lezzet / manevî haz / manevî saadetin) aksâmı (kısımları) tafsîlden (gerekli açıklamalardan) müstağnidir veya gayr-i kaabil (mümkün değil)dir.”
Çünkü alınan lezzet ve haz, duyulan sevinç ve sürûr ancak yaşanır ancak tadılır.
Bu çeşit mâna veriş, bu çeşit anlam veriş izahtan varestedir. İzahtan çok uzaktır. İzahsızdır. Âdeta dilsiz dildir. Sanki gözsüz gözdür. Kulaksız kulaktır.
Velhasıl bir mânadır ki mânası anlatılamaz, bir saadettir ki yaşanır ama aktarılamaz. Bir mutluluktur ki farkına varır insan ama başkasının farkına varmasını sağlıyamaz.
Yol bulunmaz yoldur o. Yol alınmaz çöldür o. Anlatılamaz sezgidir o. O hâl anlaşılmak için değil be dostlar. O hâl öyle olmak içindir.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981