banner1006
 Birleşmekte, fikir ve görüş birliğinde hayat var.
Temel konularda bir ve beraber olmakta kuvvet var.
Kardeşlikte saadet ve mutluluk var.
Hükümetlerle ancak kanunlar çerçevesinde ilişkiler kurmakta, münasebetleri yürütmekte vatan ve millet noktasından selâmet var.
İttihadın yani birlik beraberlik içinde olmanın “Habli Metîn” denen sağlam ve kopmaz ipine sımsıkı sarılmalıyız.
Yurttaşlar arasında mevcut olan muhabbet ve sevginin dayanıklı halatına sımsıkı tutunmalıyız.
Ki, belâ ve musibetlerin teğet geçmesini mümkün ve olası kılabilelim.
Bu hayatî hususlara iyice kulak verip, güzelce dinlemeliyiz.
Bunları diri ve canlı tutmamız ise, öncelikle eğitim, öğretime vereceğimiz öneme bağlıdır.
İkinci olarak; bir ve beraber oluşumuzun devamına ve milletin birbiriyle muhabbet ve sevgiyle kucaklaşmasına bağlıdır.
Üçüncü olarak; şahsî teşebbüse, yani kişisel girişimciliğe ve kişisel çaba ve gayrete bağlıdır.
Bunun için herkes nefsine, yani kendine itimat edip güvenmelidir.
Ki başkasının, sırasında başa kakmasından uzak kalabilsin.
Zillet ve boyun eğme durumuna düşmesin. Başkasına muhtaç olmasın. Aşağılık kişilerin altında ezilmesin. Her türlü haksızlığın kahredici eline boyun eğmekten kurtulsun.
Bütün bu olumlulukları elde etmenin yolu ve tüm olumsuzluklar batağına düşmemenin tek yolu:
Okumak, yine okumak, yine okumaktır.
Sonra, birbirimizin elini sıkmak, birliği korumak, birbirimizle barış içinde yaşamaktır.
Tabii bunun için, her şeyden evvel totaliter, baskıcı devlet rejimlerine fırsat vermemek gerekir. Nitekim zamanın aydınları Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında, saltanata karşı Meşrutiyet’i yani Taçlı Demokrasi’yi, parlamenter rejimi savunmuşlar. Seçme, seçilme, istişare, danışma, meşveret ve şûrâ’nın İslâm’ın özüne uygun olduğunu dile getirmeye başlamışlardır. Hattâ o kaynaşma içinde bir bakıma, Demokrasi ve Cumhuriyet’in o zamanki ifade tarzı olan Meşrutiyet’e dört mezhepten deliller getirilmiş. Meşrutiyet’in Kur’an’a ve İslâm’ın özüne uygunluğu zamanın gazetelerinde yer almıştır.
Hakk’ın hatırı yüksek olduğu için, caiz olan mevcut rejime; hatta iş başında merhametli, samimî ve aynı zamanda halife de olan II. Abdülhamid’e rağmen; Meşrutiyet canla başla savunulmuş. Zamanın basınında, lehde aleyhde yazılar çıkmıştır. İlân edilmesi istenen Meşrutiyet rejimine karşı çıkışlar olmuş. Fakat bütün bunlar; yersiz endişelerden ileri gelen kuruntulardan ibaret idi. Ayrıca İslâm’ın zaafa uğrayacağını sanmalardan ötürüydü.
Kaldı ki, bu gibi yersiz şüphe ve endişelere karşı Hürriyet ve Meşrutiyet’le ilgili önemli açıklamalar yapılmış: “Otoriter ve totaliter rejimlerin, istibdadın; bütün kötülüklerin kaynağı olduğu, insanlığı mahvettiği, hakka değil kuvvete dayandığı, tek görüş ve düşünceyi ifade ettiği, keyfî bir yönetim anlayışına yol açtığı, kötüye kullanmaya uygun bir zemin hazırladığı, zulmün temelini oluşturduğu ve İslâmiyeti de zehirlediği.” ifade edilmiştir.
Üstelik bu seçim sayesinde, Asya kıt’asının kurtuluşunun da gerçekleşeceği belirtilmiş. “Hürriyet”; imanın bir hassası, hususiyeti ve özelliği sayılmıştır.
Ayrıca Demokrasi ve Cumhuriyet’in isim ve resimden ibaret olmadığı, içinin de dodurulması gerektiği.
Demokrasi ve Cumhuriyet mânâsının somut olarak da, kendini göstermesi icabettiği nazara verilmiştir.
Zira, sözde kalan mefhum ve kavramlar; gerektirdikleri yerine getirilmediği takdirde, bir korkuluktan başka bir şey değildir.
Çünkü “Hürriyet” olmadıktan sonra, “Cumhuriyet” isimden ibaret, fonksiyonsuz bir ucubedir ancak.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981

banner934