‘’ Kötü söz duyanları hep düşman eder,
  Ederse insanı söz sultan eder;
  Ne yumruktan ne kılıçtan iz kalır,
  İnsan ölür arkasından söz kalır.


(KUTADGU BİLİG)

Bu kadar özel bir alıntının üzerine biz ne söylesek ne yazsak eksik kalır doğrusu.
‘’Konuşma , insanın aklını kullanma sanatıdır‘’ der, Platon(Eflatun).

Konuşurken kaçımız aklımızı kullanıyoruz dersiniz, hesapsız kitapsız hareket ettiğimiz yollarda bir dakikalığına durup da hangimiz ağzımızdan çıkan sözü düşünerek gönderiyoruz evrene.

Ezberlemesi kolay da hocam, giriş gelişme sonuç gelin görün ki uygulaması biraz zor galiba.

Hayatımızda anlatıp paylaşmak istediğimiz belki de ummanları dolduracak cümleler, meşguliyetler var. Nereden ve hangisinden başlamalı bu işe, konuşmak da bir eylem sayıldığına göre. Buyurun kelimelerin lütufkâr sofrasına dostlar.

Kâğıt kalem kitaplar, tuval fırça boyalar, gazete yazıları, vize final arasında koşuşturulan sınavlar, ev işi el işi daha da ne yazmalı bilmem ki! Bütün bunların fasılasında akıp giden koskoca zaman.

Görülen rûyalar kurulan hâyâller ve her daim umut edilen güzel mi güzel yarınlar.

Kalemle tanıştığımızdan beri derinleşip gelişen hayat, ömür okulunda hiç bitmeyen talebelik, öğrendikçe cehaletinin farkına bir kez daha varan benlik.  

‘’Söz ok gibidir, senden çıktı mı artık sen ona değil; o sana hakim olur‘’ der, İmam-ı Şafii.

Kim bilir her gün, her saat, her dakika kaç tane ok yolluyoruz hayatın boşluğuna. Ağzımızı açtığımızda bilinçsizce dökülüveriyor belki de söylediklerimiz.

Karşımızdaki alıcıya karşı dürüst müyüz verici olarak bu da ayrı bir mesele.

Düşünüyoruz konuşuyoruz düşünmüyoruz yine konuşuyoruz çünkü kim ne derse desin bu bizim doğamızda var. Anlatmadıktan sonra ne  özelliği kalır ki yaşanılanların, dış sesimizle iç sesimiz de sürekli aktif halde, bak şimdi o da doğru diyenlerdeniz biz.

Yazarken konuşuyoruz konuşurken de bir yandan yazmaya kurgulamaya devam ediyoruz.

Haydi gelin karşılıklı konuşalım biraz;

Bundan yıllar yıllar önce üniversite sıralarındayken Güzel Sanatlar Evi‘ndeki resim sergilerini gezmekle başladı sanata ve estetiğe olan merakım. Belki daha öncesi vardı da ben o gün içine dalmıştım resmin efsunlu dünyasının. Bu dünya öyle büyük bir dünyaydı ki mağaralardaki ilk duvar resimlerinden tutun da Rönesans‘ın fresklerine oradan farklı farklı sanat akımlarıyla günümüze dek hiç durmadan sürekli ilerleyen kocaman bir âlem.

Rûzgârın şehrinde ilk adımlar fısıldanırken ruhuma henüz tam manasıyla idrak edemesem de tohumları atılmıştı renklerin ta o günden.

Seneler geçti ve yedi yıl önce kalemim çizgilerle hemhâl olmaya niyetlendi ve adına resim denilen güzellik tam ortasına dalıverdi hayatımın. Çizgiler, şekiller, hiç anlaşamadığımız ölçüyü saymazsak, kalemle kâğıt, boyayla fırça, tuvaller ve sergiler.

İddialı değildik lakin seviyeli bir beraberlik başladı sanatla aramızda.

Bugün geldiğim noktaya baktığımda hâlâ emekleyen ben ama bu emeklemeyi çok seven mükemmeliyetçi ruhuyla karşı karşıya olan da yine ben.

Sanat hangi dalıyla kök salarsa salsın dokunmalı hayatınıza ve keşfetmeli insan yeniden tazelenen ben dediği varlığı.

Bazen kâğıda çizilen bir şekil, tuvale yansıtılan bir manzara da olabilir bu, bazen  yazılan öykü, roman, şiir de  hatta çalınan enstrüman, söylenilen türkü, dans ritim melodi.

Hangisi kapınıza gelirse gelsin buyur edin içeri ha ! buyur etmek için kapınıza gelmesini de beklemeyin  gidin siz bulun, çekip çıkartın saklandığı kıyıdan köşeden getirin kapınıza.

Konuşmaydı sözdü derken efendim peşi sıra çizgilere, notalara takıldık yaza yaza buraya kadar mesafe katettik. Şimdi işin en zevkli ve zor tarafı bir de bütün bunları ifade edebilmekte. Eee ne diyelim dostlar, vardığımız bu yolda verelim ufacık mola, sürçülisan ettiysek ta gönülden affola!..

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981