GÜNDEM Haberleri Tümü

Karadeniz kadınının feryadı!

 Doğu Karadeniz iklimi sert, denizi hırçın, dağları engebeli, insanı merttir. Doğu Karadeniz’i anlatmak için bölgeye giderek araştırma yapmak gerekiyor. Topu topu 55 yıllık hayatımın 15 yıllık çocukluk dönemini geçirdiğim Doğu Karadeniz bölgesine her fırsatta gidiyor, tarih ve kültür araştırmaları yaparak belgeseller çekiyorum. 

Son Karadeniz gezimde, Balkan gezisinden tanıştığımız Eğitimci- Yazar değerli gönül dostu Hasan Suiçmez beyin bilgilendirmesi ile Doğu Karadeniz’de rus işgali sırasında kadınların çektiği çileyi anlatan Eynesi Ana kitabının yazarı Emine Özgenç hanımefendi ile tanıştık. Kendisi ile belgesel çekerek 464 sayfalık kitabın yazılış hikâyesini dinledim. Oldukça etkilendim. Tamamen gerçek olaylar üzerine kurulmuş muhteşem bir kitap. Bu kitabı Karadeniz gezimde hızla okumaya çalıştım. Bu kitaba herkesin sahip olmasını istiyorum. Kitaba ulaşmak için 0.312 432 17 98 numaralı telefondan Akçağ Yayınlarını aramanız yeterli olacaktır. 
Kitabın yazılış hikayesini ve söyleşi ile ilgili Emine hanımdan bir mektup aldım. Oldukça uzun yazılmasına rağmen mektubu duygu seli içerisinde bir nefeste okudum. Bu mektup adeta Eynesi Ana romanının bir özeti, Doğu Karadeniz kadınının bir feryadıydı. Emine Özgenç hanımefendinin kaleme aldığı mektubu köşeme alarak sizlerle paylaşıyorum.
“Saygıdeğer  İsmail Karaman Beyefendi, Sizi, TGRT Belgesel’de yayınlanan Devr-i Alem programını takip etmeye başlamadan öncesinden beri tanıyorum aslında. Bu gıyabi tanıma yazdıklarınız, belgeselleriniz ve çalışmalarınız vasıtasıyla oldu tabiki. 1 Eylül’de yaptığımız söyleşiye kadarki zaman içinde sizi gıyaben tanımama vesile olan çalışmalarınız ve son romanım Eynesi Ana ile ilgili çekim yapmak için zahmet edip Beşikdüzü’ne kadar gelişinizden dolayı hassaten teşekkürlerimi bildiririm. Bu vesileyle hassasiyetleri aynı olan insanların kardeşlik hukukuna sığınarak dertleşmek de isterim.
Sizi buraya kadar getiren hissiyatınız bana neler neler düşündürdü. “Büyük bir hazinenin üstünde oturan dilenci” misali olan bizler, zahmet edip sandığın kapağını kaldırabilsek ne romanlar, oyunlar, filmler, belgeseller çıkacak kimbilir. İşte siz bunu yapıyorsunuz. Hazinenin kapağını açıyorsunuz. Şunu da ehemmiyetle belirtmeliyim ki kapağı kaldıran elin niyeti, vicdanlı ve ehliyet sahibi olup olmadığı da önemlidir.
Karadeniz, tarihi ve kültürüyle ehil ellere vicdanlı incelemelere muhtaçtır. Siz bu konudaki ümidimi çoğalttınız. Tarihçilerin göz ardı ettiği bir mazinin tozlarını üflemeye meylettiniz. Karadeniz’in vicdanlı bakışlara ihtiyacı var. Üzerimizde yüzyıllardır oynanan oyunlara bir başımıza kafa tutuyoruz. Yörenin, gerçeği aksettirecek insaflı tarihçilere ihtiyacı var. Burada çalışmalar yapan akademisyen kardeşlerimiz var. Onlar da seslerini duyurmaya çalışıyor ama daha gür sese ihtiyacımız var. Konunun görsel ve sosyal medyaya taşınması lazımdır. Medya, daha çok gülme güldürme konusu yapılan çapsızlıklara kapısını aralıyor. Sizin gibi bir tasası olan programlar bulmak çok mümkün olmuyor. Gülüşümüzün, latifelerimizin arkasındaki acının, hüznün, derdin de anlaşılmaya ihtiyacı var. Bu konuda hepsi olmasa da medyada yer alabilen tarih ve tarihçilerden de şikayetim var. “Yalan söyleyen tarih utansın” sözüne ekleme yaparak yazdıklarıma devam etmek istiyorum. Söylemeyen tarih de utansın. Hakikati siyasi emellerinin altında ezip ufaltan tarihçiler de utansın.
İsmail Bey, Karadeniz’in ve karadenizlinin yüzyıl önceki insanüstü gayret ve mücadelesini yazmayan, medyaya, sanata taşımayanlara; üstüne üstlük çarpıtan, alaya ve hafife alanlara; nesillerimizi, yöreyi ve yöre halkını komedi unsuru olarak görmekten ileri gidemeyenlere;  yaptıklarının sanat olduğunu sananlara inat dokunduğunuzun tozunu silip ışığını açığa çıkartma gayretinde oluşunuzdan büyük memnuniyet duydum. Aynı mevzunun mevzidaşı olarak diyorum ki tarihe not düşüyor hakikate yol açıyorsunuz. Teşekkür benden takdir Allah’tan olsun.
Eylül’ün birinde Beşikdüzü Çağlar Parkı’ndaki sohbetten sonra sevinç kapladı içimi. Ben sadece bir roman yazmıştım ve sesim duyulmuştu.” İşte sanatın ve edebiyatın gücü bu”dedim içimden. Demek ki bu yolda yalnız kalmayacağım. Hala kadirşinas insanlar var bu ülkede. Benim halimle hemhal olanlar, derdimle dertlenenlerim olabilecek yanımda. Rusların yüzyıl önce bu topraklara, atalarıma yaşattığı acıyı merak edenler çıkacak demek ki.” diye umutlandım.
Merakım, merakınız olmuş ve ayaklarınız sizi, Eynesi Ana’nın mezarına kadar getirmişti. O gece karadenizli ninelerimizin sembolu olan Eynesi Ana mezarında huzur buldu eminim. Onların hikayelerini önemseyen torunları olacaktı bundan sonra da.  Siz mazinin tozlu raflarından çıkardığım hikayelerimin peşine düşüp geldiğinize göre hakikatleri gün ışığına taşıma gayretinde yalnız kalmayacaktım demekki. “Eğer seslenirsem sesimi bir duyan olur” umuduma yol verdiniz. Sağolun.
Artık daha yürekliyim; nerdeyse bütün vasıflarını taşımaya gayret ettiğim memeleketimin, memleketimin kadınlarının sesini duyurma kararımda daha kavi adımlarla ilerleyebileceğimi hissediyorum. Meğerse romanıma nefes veren Eynesi Ana, sizi ve değerli oyun yazarı Sayın Fahri Şirin Bey’i de çağırmış ve üstelik sesi de duyulmuş ki koşup geldiniz.
O günki söyleşimizde Rusların Trabzon ve havalisini işgal edişinin hazin gerçeklerini konuştuk Eynesi Ana vasıtasıyla. “Biz ölülerimizle yaşayan bir milletiz” derken ne güzel ifade etmiş şair. Bir mezarda yattığı için “ölü” denilen Eynesi Ana, bana neler yaptırdı baksanıza. 
Şu an onun mezarına bakarak yazıyorum. Bundan dolayı içimden geçenleri sakınmadan aktarmak istiyorum.
“ İsmail Bey’in sadece senin adını taşıyan romanımı konuşmak için gelmediğini de biliyordun değil mi? Yüzyıl sonra torununun, yaşadıklarınızı yazacağını, bildiğin gibi… O gün İsmail Bey’le işgal yıllarını konuştuk doğru. Trabzon ve havalisinin yokluk içindeki azimli mücadelesini, işgale iki yıl direnip Harşit’i geçilmez yapan insanüstü gayretini, Rusları hüsrana uğratışını konuştuk.
Öğrenciliğimde öğretilen tarihin eksik oluşunu anlattım ona. Dertleştik, kavilleştik sizleri anlatmaya.
Eynesi Ana! Tarihler, ülkemin İstiklal Mücadelesini 19 Mayıs 1919’da başlatıyor. Peki o zaman 24 Şubat 1918’in Trabzon’un kurtuluşu oluşu gerçeğini nereye koyacağız. Sizlerin dört yılı aşkın süren mücadele ve sıkıntısını yok mu sayacağız. Trabzon Vilayeti -ki bütün doğu karadeniz’i kapsar-  işgal görmeden kurtuluşunu mu  kutluyor  yani?  İlk kurtuluş töreninin 1948 yılında yapıldığını varsaymayalım mı? Kahraman, şanlı kelimelerinin verildiği iller gibi Türkiye’nin bir ili değil midir Trabzon? Trabzon’un o illerden yıllar önce işgal edilip, kurtuluş mücadelesi verdiğini inkar mı edeceğiz? Birçok çalışma var yöre aydınları tarafından kaleme alınan. Biraz merak edilse hepsi “burdayım” diyecek. Bu gaflet nereye kadar bilmiyorum ama ben uyumayacağım.  Dilimin döndüğünce haykıracağım Ana!”
Evet, mektubun ikinci bölümünü yarın bu köşede sizlerle paylaşacağım. Tarihe not düşüp, zamana noterlik yapan bu mektup Doğu Karadeniz’de yaşanan işgal yıllarını en açık bir şekilde ifade etmekte. Mektubun devamını yarın mutlaka okumanızı arzu ediyorum.






Yorum Gönder
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir. Teşekkür Ederiz.
Yorumunuz onaylanmıştır, teşekkür ederiz.
Ad Soyad
Yorumunuz