banner1043
İstanbul’un en işlek caddelerinden biri olan Bağdat Caddesi’nde yürüyenlerin çoğu, Millî Mücadele’nin büyük kahramanı Kâzım Karabekir’in hayatına ışık tutan bir müzenin varlığından habersiz geçip giderler.

Erenköy’de Marmaray durağına çok yakın bir konumda bulunan, Kazım Karabekir’in ailesi ile yaşadığı tarihi köşk, 2005 yılında Kazım Karabekir Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. İşte bu yazıda, hem Şark Fatihi’nin özel yaşamına yakından bakabileceğimiz hem de şanlı tarihimize yolculuk yapabileceğimiz bu müzeyi keşfe çıkacağız.
 
Geçmiş ve Gelecek Arasındaki Köprü: VAKIFLAR
 
Ama öncesinde, bu müzeyi bizlere kazandıranın Kâzım Karabekir Vakfı olduğunu hatırlatarak yazıya başlamak gerektiğine inanıyorum. Zira geçmişte olduğu gibi bugün de vakıfların halkımıza, kültürümüze ve devletimize katkısı yadsınamayacak kadar çoktur.
 
Arapça bir sözcük olan “vakf”, “hareketten alıkoyma” anlamının dışında “tamamen verme” anlamına da gelir. İslam hukukunda ise vakıf, bir malın ya da servetin bir amaca yönelik olarak ihtiyaç sahibi kişilere faydalanmaları için sunulan müesseselerin adıdır.
 
Eldeki kısıtlı verilere göz attığımızda, Babil ve Eski Mısır’da Tanrı’yı memnun etmek amacıyla vakfa benzer kurumların kurulduğunu görürüz. Bizim bildiğimiz anlamda ilk vakıf ise Hayber’in fethinden sonra karşımıza çıkar. Hz. Ömer, ganimet olarak kendisine düşen bir araziyi satılmaması, miras bırakılmaması ve hibe edilmemesi şartı ile halkın kullanımına sunmuştur.
 
Anadolu topraklarındaki ilk vakfa baktığımızda, Malazgirt zaferinden 23 yıl önce Erzurum’da Seyyid Halil Gücdevani tarafından kurulduğunu görürüz. Bu ilk vakıftan sonra vakıflar, Anadolu’da hızla yayılmış, vakıf kültürü büyüyüp gelişmiştir. Hiç şüphesiz toplumun daha gönençli ve daha bilinçli bir yaşam sürmesinde vakıf kültürü, önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde bu kültür, önemli vakıf insanlarının kıymetli çabaları ile yaşatılmaya devam etmektedir. Karabekir Paşa’nın vefakâr kızları ve torunu tarafından kurulan Kâzım Karabekir Vakfı, bu vakıflardan bir tanesidir.


 
Kâzım Karabekir Paşa’yı Yaşatmak
 
Kâzım Karabekir Vakfı; Kurtuluş Savaşı’mızın önde gelen komutanlarından Kâzım Karabekir Paşa’nın mirasını korumak ve yüceltmek, aynı zamanda onun yolunda yürüyerek eğitim ve kültür alanlarında faaliyet göstererek çağdaş ve gelişen bir Türkiye ülküsüne katkı sunma arzusu ile yola çıkan Hayat Karabekir Feyzioğlu ve Timsal Karabekir Yıldıran ile Gülden Gazioğlu tarafından 2002 yılının Aralık ayında kurulmuştur.
 
Vakfın ilk müdürü olan merhum Emekli Albay Tahir Nejat Eralp, vakfın ilk kuruluş çalışmalarında ve faaliyet alanların belirlenmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Vakfın ilk işi, 1929 yılında Paşa tarafından satın alınan ve Karabekir ailesinin 10 boyunca aralıksız olarak yaşadığı tarihi köşkün iki katını yeniden düzenleyerek bir müze kurmak olmuştur.
 
2005 yılında ziyarete açılan Kâzım Karabekir Paşa Müzesi, orijinal eserler kullanılarak ve Karabekir ailesinin köşkte yaşadığı dönem baz alınarak hazırlanmıştır.
 
Ama müze, içinde barındırdığı eserler ve eşyalar ile bizi sadece tarih kokan bir evde gezdirmekle kalmıyor. Aynı zamanda müzenin koridorlarını arşınlarken ve odalarını keşfederken Kazım Karabekir’in zihninde de derin bir yolculuğa çıkıyoruz. Tabii bunda müzenin iç düzenlemesini yapan müze müdürü Figen Batı’nın önemli bir payının olduğunu belirtmek gerekiyor.


 
Unutulmuş Bir Dünyanın Kapıları
 
Çocukluğumu geçirdiğim Kadıköy’de çoğu defa önünden geçtiğim ama bir türlü ziyaret etme fırsatı bulamadığım bu müze, konumu yüzünden gözden kaçsa da geç keşfedenlerin pişmanlık duyacağı gizli bir hazine gibi. Kâzım Karabekir Paşa Müzesi, döneme ışık tutan belgeler, kitaplar ve eşyalar ile sizi tarihin koridorlarında unutulmaz bir gezintiye çıkarıyor.
 
Sadece Salı, Perşembe ve Cumartesi günlerinde, 10:00 ve 16:30 saatleri arasında açık olan müzeyi, Mustafa Ateş Bey’in rehberliğinde gezme fırsatı buldum.
 
Müzenin kapıları açılıp ziyaretçiler içeri buyur edildiğinde ilk olarak Paşa’nın piyanosu bizi karşılıyor. Biz piyanoyu incelerken Mustafa Bey, Paşa’nın evlat edindiği yetimlerin iki dil öğrenmesini ve en az bir müzik aletini çalmalarını teşvik ettiğini söylüyor.
 
Savaşta yetim kalan 6000 çocuğu, gerçek bir baba şefkati ile kucaklayıp onların eğitimleri ile alakadar olan, meslek sahibi olmalarını sağlayarak vatana faydalı bireyler yetiştiren Kâzım Karabekir, hiç şüphesiz “Yetimlerin Babası” payesini de fazlasıyla hak ediyor. Hatta hayatını vakfettiği bu çocuklar için iki tane eser kaleme aldığını notlarımız arasına eklememiz gerekiyor.
 
Sanata, bilhassa müziğe ve şiire meraklı olduğunu bildiğim Kâzım Karabekir’in düşündüğümden çok daha derin bir insan olduğunu işte müzeye attığım bu ilk adımda anlıyorum. Çok geçmeden müzenin büyüsü beni yavaş yavaş ele geçirmeye başlıyor. Ve sanki geçmişin tüm sırlarını bana fısıldıyormuş gibi hissettiğim bu yaşayan evi, hiç acele etmeden keşfe çıkıyorum.


 
İnsanın Ruhuna Seslenen Bir Müze
 
İki katlı müzenin ilk katında oturma odası, kabul salonu ve Paşa’nın çalışma odası bulunuyor. Aslına uygun olarak ama yeniden düzenlenen bu odalar, dönemin insanının yaşayış biçimi, alışkanlıkları ve zevkleri hakkında önemli bilgiler verirken eser çeşitliliği ile de göz dolduruyor. Kabul salonundaki müzik aletleri, oturma odasındaki antika soba ve tablolar, etkileyiciliğin illaki şatafattan geçmediğini basit ama ustaca bir dokunuşun hikaye ile birleştiğinde insanın ruhuna nasıl işlediğini gözler önüne seriyor. Ama hiç şüphesiz giriş katındaki en unutulmaz oda, Paşa’nın çalışma odası oluyor.
 
Odaya girdiğinizde dikkatinizi ilk olarak Kâzım Karabekir Paşa’nın balmumu heykeli çekiyor. Oldukça başarılı bir işçiliğin ürünü olan bu heykele Paşa’nın kişisel ve askeri eşyaları eşlik ediyor.
 
Sanatın insan ruhu üzerindeki iyileştirici özelliğine dikkat çeken Kâzım Karabekir’in spora, müziğe, resme, satranca ve fotoğrafa ilgi duyan çok yönlü kişiliğinin yansımalarını bu odadaki kişisel eşyalarda görmek mümkün.


 
Çalışma odasında aynı zamanda Paşa’nın askeri üniformasını ve silahlarını da yakından inceleme fırsatı bulduğumuzun altını çizmek gerekiyor. Bu nadide eserler, dönemin askeri ekipmanları hakkında önemli bilgiler sunuyor.
 
Aslında görkemli olayların ardında yatan küçük bilgiler, tarihin en güzel kısmını oluşturuyor. Hiç şüphesiz keşfetmenin keyfi de Hansel ile Gretel misali bu küçük bilgileri takip ederken çıkıyor.
 
Mesela camekânın ardında bulunan basit bir yüzük… “Cihâdiye Yüzüğü”. Daha önce hiç işitmediğim bu yüzük, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tarafından orduya destek olmak için 1915 yılında satışa çıkarılmış. Bana kalırsa sırf bu kıymetli bilgi için bile bu müzeye gitmek gerekiyor. Ama tabii ki bu müze, ziyaretçisine bundan çok daha fazlasını sunuyor.


 
Kâzım Karabekir’in Kurtuluş Savaşı’mızın en fazla yazılı eser bırakmış komutanı olmasına şaşmamak lazım. Zira çalışma odası aynı zamanda Paşa’nın entelektüel kişiliğini gözler önüne seren ihtişamlı bir kütüphaneyi de bünyesinde barındırıyor.
 
Bu noktada, gençlik çağından savaş yıllarına kadar her koşula rağmen yaşadıklarını kaleme alan ve daha sonra kaleme aldığı bu notları belgelerle harmanlayan Paşa’nın, çok geniş yelpazede kıymetli eserler ortaya koyduğunu hatırlatmakta fayda var. Yapacağınız cüzi bağışlar karşılığında Paşa’nın kitaplarını müzeden temin edebileceğinizi de unutmayın.


 
Her eseri ayrı bir hikâye barındıran çalışma odasını inceledikten sonra artık sıra müzenin üst katını keşfetmeye geldi. Ahşap döner merdivenleri çıktıktan sonra oldukça zevkli döşenmiş bir antre kısmı ve deniz manzaralı kocaman bir tablo adeta bizi buyur ediyor. Ardından Kâzım Karabekir ve eşine ait yatak odasına görüyoruz. Halılara karşı özel bir ilgim olduğu için yatak odasında bulunan Ürdün Kralı’nın Paşa’ya hediye ettiği şahane ipek halı hemen dikkatimi çekiyor.


 
Yatak odasının yanında bulunan Paşa ve eşine ait kıyafetlerin sergilendiği oda, dönemin giyim kuşamını yakından incelemek için güzel bir fırsat sunuyor. Kıyafet odasının bitişiğinde ise geçmişten günümüze aile bireylerine ait fotoğraflarının sergilendiği bir oda bulunuyor. Odanın bütün duvarlarını kaplayan mutlu aile fotoğrafları, Kâzım Karabekir’in bıraktığı gerçek mirası yani aile olmanın mutluluğunu gözler önüne seriyor.
 
Müzeyi gezmeyi bitirdiğimde Kâzım Karabekir ile ilgili hem birçok şey öğrendiğimi hem de onu daha fazla tanıma ihtiyacı hissettiğimi fark ediyorum.


 
En zor anında Atatürk’ü destekleyerek Cumhuriyet tarihi için dönüm noktası olan bir kahraman.
 
Doğu sınırımızı güvenceye alan askeri başarıları ile “Şark Fatihi” olarak anılan bir komutan.
 
Savaş yüzünden yetim kalan çocuklara sıcak yuva, mutlu aile ve kutsal amaç veren bir baba.
 
Kaleme aldığı eserlerle bir döneme ışık tutan, okuyucusunun ufkunu şekillendiren bir sanatçı.
 
Kâzım Karabekir Paşa!



Bu büyük insanı, vefatının 76. senesinde rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Ve hepinizi Milli Mücadele’nin büyük kahramanı Kâzım Karabekir’in hayatına ışık tutan bu müzeyi ziyaret etmeye davet ediyorum.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981