banner1001
 
 ŞÜPHEYE  MAHAL  BIRAKMAMALI  ARDINDA
     Osmanlıyı yıkmaya ahdetmiş / kararlı Avrupa Devletleri karşısında; devleti korumaya ve ayakta tutmaya azmetmiş Osmanlı münevverleri / aydınları; kurtuluşu topyekûn / milletçe devlete sahip çıkmakta bulmuşlar; Osmanlıyı teşkil eden tüm unsurlarla el ele vermek istemişler, özellikle:
     “Başkasına itimat etmeyen / güvenmeyen; nefsiyle / bizzat kendisi teşebbüs eder / girişimde bulunur.”
     Hükmünce herkesin vatana, millete, devlete sahiplik etmesi ile ancak kurtuluşun mümkün olacağı inanç, azim ve kararlığında karar kılmışlar. Avrupalı devletlerin iştahlarını kursaklarında bırakmak için, kararı millete yani kendilerine bırakmanın tek kurtuluş yolu olacağında hemfikir olmuşlardır.
     Bu gaye ve amaç için parlamenter sistemin kurulmasını; zaten birincisi 1876 'da kurulmuş olan sistemin; derhal / yeniden harekete geçirmek gerektiğine, canıgönülden inanmışlar; bunun için yurt içinde ve dışında büyük gayret ve çaba sarfetmişlerdir.
     Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi'nin ikamesi / kıyamı / hayata geçirilmesi için, Osmanlı memleketlerinde ve bilhassa Balkanlarda hummalı bir faaliyet göstermişlerdir.
     Nitekim Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet; bu ulvî / yüce gaye için atılmış büyük adımlardı.
     Kaldı ki, dinde hassas olanların endişeleri de yersizdi. Çünkü Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi mefhum ve kavramlarının; sanılanın aksine rûhu, mânası ve mâhiyetleri; İslâm'a / Şeriata ve Dine -bugün de olduğu gibi- aykırı değildi.
     Zira seçmek, seçilmek, istişare / danışma / meşveret ve şura, içtima vb. terim ve deyimlerin özü İslâmla aynîlik içinde idi. Zaten:
     “Tebeddülü esma / isimlerin değişmesiyle, hakaik / hakikat ve gerçekler tebeddül etmez / değişmez.” Sırrı da bunu âmirdir. Bunu bilir bunu söyler.
     Nitekim eşyanın / şeylerin hikmet ve hakikatine nüfuz etmiş ve ermiş olanlar, bunu çok iyi bilirler. Çünkü bu ülkede hürriyet / özgürlük ve hür düşünce sahibi olmanın suç sayıldığı zamanlar da olmuştu.
     Her şey zıddıyla bilindiği için, o devirleri yaşayanlar; fikri hür, vicdanı hür olmanın ne demek olduğunu gayet güzel anlamışlardı.
     Nitekim iyi anladıkları için, yerleştirmek istedikleri hürriyet dâvasını; meclisin yeniden faaliyete geçerek işlevini yapması gerektiğini savunmuşlar. Âdeta Sokrat'ın meşhur / ünlü savunmasının sanki bir nazirini / benzerini tarihe hediye etmişlerdir.
     Bu inkişaf ve gelişmeler sayesinde, aynı zamanda bilhassa Doğu Vilâyetlerindeki vatandaşlarımız aydınlanmış olacak. Kalkınması sağlanacak. Emperyalist devletlerin buralarda fitne fesat çıkarmaları da engellenmiş olacaktı.
     Kısaca Osmanlı'nın Şark Bölgesi, maddeten ve mânen ayağa kalkacaktı.
     Zikr ettiğimiz / yukarıda andığımız hususlar; Osmanlıyı -bugün de Türkiye Cumhuriyetini- ileri götürecek, arzu edilen millî gaye ve hedefe eriştirecek temel kavramlardı.
     Her türlü istibdat ve keyfîliklerden milleti uzak tutacak, kabiliyetleri hareketlendirecek, istidatlara su yürütecek, devleti mefluç / felçli hâlden kurtarıp yeniden doğuşa geçirecekti.
     Öyle ise bütün bunların gerçekleşmesi için,  -dün olduğu gibi bugün de-  devlete asla cephe almamalı. Tenkit ve eleştirileri ancak devleti kötü yönetenlere çevirmeli.
     Hükümetler; kanunları icra eden, yürürlüğe koyan ve uygulayan olmalı.
     Meşrutiyette: Tüm menfîlik ve olumsuzluklar; meşrutiyete mal ediliyordu.
     Halbuki hatâ; meşrutiyetin getirdiği güzellikleri yerinde kullanmayanlarındı. Hakkıyla tatbik edilmeyen kanunlardan dolayı kanunlar; sorumlu tutulmamalıydı.
     Bugün de aynı hataya düşmeyerek; doğru bir şekilde uygulanmıyan ve gerekleri yerine getirilmeyen kanunlar için, kanunlar değil, lâyıkı veçhile tatbik etmeyenler sorumlu tutulmalı.   
     Kanun değişmedikçe; uygulamaktan vazgeçmemeli. Yerini kanunsuzluğa bırakmamalı.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981

banner934