HİLÂL, SALİP ve HİLÂFET
Kısaca Batılılarca “Türkiye’nin, Türklere bırakılamayacak kadar değerli oluş keyfiyeti.” de hatırlanmıyordu. Bu gerçeği kavradıklarını; dün, Türkiye’yi fiilen işgal ederek gösteren Avrupa; bugün bu gerçeği, açıkça ifade etmekten geri kalmıyor. Nitekim “İstanbul ne güzel bir şehir.” diyen bir Japon tarihçisine, meslektaşı Amerikan tarihçisinin “Bir de Türklerin elinde olmasa!” şeklindeki cevabı ne kadar düşündürücü. Bir o kadar da gerçeğin ifadesi. Aynı zamanda, o tarihçinin ağzından, Batı resmiyetinin baklayı ağzından çıkarması. Türkiye hakkında besledikleri emellerin gün ışığına çıkması. Bu niyetin ne kadar taze, zinde ve devam ediyor oluşunun somut bir göstergesidir.
Batı’nın bitmek tükenmek bilmeyen bu potansiyel istek, arzu ve hedefleri bir yana; kuzeyin yâni Rusya’nın emelleri, hedefleri de sanki unutulmuşa benziyordu. Rusya konumu itibariyle kuşatılmış. Kuzeyde mahsur kalmış gibidir. Avrupa, Kuzey Buz Denizi ve Çin tarafından. Güneye, sıcak denizlere inmesi, onun coğrafyasının doğal isteğidir. Rusya’nın sıcak denizlere iniş yolu ise Boğazlardan geçmektedir. Rus emelleri ancak Boğazları ele geçirmekle gerçekleşir. Yâni Rusya’nın nihaî gayesinin hayata geçirilmesi, Boğazlara tam hâkimiyetine bağlıdır. Bu ise Türk-Rus savaşı demektir. Nitekim tarihte bunu defaatle, kaç kere denemiştir. Tarih, sayısız Türk-Rus savaşının sahneleriyle doludur. Çünkü onlar orada, biz burada oldukça, Türkiye çatışmaların odağı olmaktan kurtulamaz. Zaaf alâmeti gösterdiğimiz anda, Rus’un bu ihtiras ve hırsı kendini gösterecek.
Gerçekleştirmek istediği hayalleri yeniden depreşecektir. Çünkü Türkiye’yi ezip geçmek isteği, her zaman pusuda beklemektedir. Nitekim bu gibi durumlar içindir ki, Şair:
“Hazır ol cenge eğer istersen sulh u salâh.” demekten kendini alamamıştır.
Velhasıl bu topraklarda barınmak zor. Bizden başka hiçbir millet bu kadar dayanıklı olamazdı. Bizden başka hiçbir millet varlığını bu denli devam ettirmek gücünü gösteremezdi. İşte Türkiye; kuvveden fiile çıkmamış nice potansiyel güçlerin iştahlarını kabartan bir ülkedir. Hâlen de bu durumunu muhafaza etmektedir.
Son devir aydın, düşünür, komutan ve idarecilerimiz; bitmeyen savaşların getirdiği usanç ve bitkinlikten olsa gerek; savaşların temelini Hilâl-Salip gerginliğinde aramış ve görmüşler. İslâm sıfat ve vasfından soyutlanırsak; rahat bırakılacağımız düşünce ve hayâline kapılmışlardı. Bu düşüncenin yanlış olduğunu, bugünkü durumumuz da doğrulamaktadır. Halifelikten vazgeçtiğimiz, anayasamızdan “Bu devletin dini İslâmdır.” hükmünü çıkardığımız, laik bir devlet olduğumuz hâlde, yine de Batı’ya bir türlü yaranamadık. Haçlılara yine de hoş görünemedik! Velhasıl Avrupa, Türkiye üzerindeki emellerinden bir türlü vazgeçmedi.
Nitekim, Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türk devlet adamlarına karşı estirdiği teröre; Batı’nın yan çıkması bunun ispatıdır. Yıllarca süren PKK terör örgütüne bütün Avrupa’nın yataklık yapması, destek vermesi, maddî-mânevî arka çıkması. Hâlen bu tutumlarına devam etmeleri, bunun somut kanıtıdır. Demek ki çare şahsiyetimizden tâviz ve ödün vermekten geçmiyormuş. Çare milletçe; olduğumuz gibi görünmek, göründüğümüz gibi olmakmış. Çünkü başkalarının yürüyüşünü taklit etmek isteyenler, sonunda kendi yürüyüşlerini de unuturlar.
İşte asıl korkulacak düşman budur. İşte asıl helâk ve yok oluş bu şekilde gerçekleşir. Allah göstermesin.