Kur’anı Hakîm, madem Ramazan’da inmiş. O Kur’an’ın iniş zamanını hazırlayarak, o semavî hitabı güzelce karşılamak için, Ramazanda nefsin; bayağı ihtiyaç ve boş hâllerinden sıyrılması gerekir. Yemek ve içmenin terkiyle melekiyet durumuna benzemek lâzım. Bir şekilde o Kur’an’ı yeni iniyor gibi okumalı ve dinlemeli. Ondaki İlahî seslenişleri, sanki geldiği iniş anında dinliyormuş gibi bir havaya girmeli. O hitap ve seslenişi Resûli Ekrem’den işitiyor gibi dinlemeli. Belki Hazreti Cebrailden, belki ezelden beri konuşan Allah’tan dinliyor gibi, bir kudsî hâle mazhar olmalı. Böylece kendisi tercümanlık edip başkasına dinletmeli. Kur’an’ın indiriliş hikmet, gaye ve amacını bir derece göstermeli. Ramazan’ın Kur’an ayı olduğunu bizzat ispat etmelidir.

Ramazan orucu, dünyaya âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen insanın, kazancına bakar. Bu husustaki çok hikmetlerinden biri şudur: Kur’anı Hakîm, Cennetteki nuranî Tûbâ ağacı hükmüne geçer ki, milyonlarla o bâkî meyveleri Ramazanı Şerifte mü’minlere / inananlara kazandırır. İşte Ramazan, âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher / bir pazardır. Uhrevî / Âhiret için gayet münbit / verimli bir zemindir. Amellerin gelişip büyümeleri için, bahardaki Nisan yağmurudur. Allah’ın rububiyet saltanatına / Rablığına karşı, insanın yaptığı kulluğun resmigeçit yapmasına en parlak, kutsal bir bayram hükmündedir.

Öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle; hayvanî ihtiyaçlarına ve boş heveslerine girmemek için, oruçla mükellef / yükümlü tutulmuş. Sanki geçici olarak hayvanlıktan çıkıp meleklik vaziyetine, ya da âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî ihtiyaçlarını geçici olarak bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüs / araştırıcılığı tezahür etmiş / ortaya çıkmış bir ruh durumuna girerek, orucu ile Samediyete / Allah’ın hiçbir şeye ihtiyaç duymayan Zâtına bir çeşit aynalık etmektedir.

Orucun en kâmili ise, mide gibi bütün duygulara; göze, kulağa, kalbe, hayale, fikre ve bu gibi, insanın cihazlarına da bir nevi oruç tutturmaktır. Yani haramlardan, boş şeylerden elini ayağını çekmek; onları, kendilerine mahsus kulluğa sevk etmektir. Meselâ dilini yalandan, gıybetten ve küfür sözlerden uzaklaştırmakla, ona oruç tutturmalı. Lisanı / dili; Kur’an okutmakla, zikir, tesbih, salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmekle; meselâ gözünü namahreme bakmaktan, kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete, kulağını hak söz ve Kur’an dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazlara da bir çeşit oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla onun meşguliyetine ara verilirse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona tabi kılınabilir.

x

Ramazanı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin; mevhum / vehmî rububiyetini / rablığını kırmak ve aczini göstermekle; ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis Rabbini tanımak istemiyor. Firavunane kendisi rububiyet / rablık istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Ancak açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazanı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd / kul olduğunu bildirir.

x

Hadis’te vardır ki:

Cenabı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, Sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Ne çeşit azabı vermişse de, enaniyetten / benlikten vazgeçmemiş!

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş:

“Ben benim, Sen nesin?”

O zaman nefis demiş:

“Sen benim Rabbi Rahimimsin. Ben senin âciz bir abdinim / kulunum.”

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981