Çünkü her biri: Mesleğine karşı taassup içindedir. Başkasının mesleğini yüzeysel olarak bilmektedir. Derinliğine ve doğruluğuna vâkıf olmadıkları için, ifrat ve tefrit ederler. Yani ya aşırı şekilde ileri giderler ya da aşırı derecede geri kalırlar.
Bu yüzden birbirini reddederler. Birbirinin mesleğini sapkınlıkla itham ederler. Birbirini cehalet ve bilgisizlikle suçlarlar.
Oysa dün medreselerdi, bugün üniversiteler yüksek tahsili sağlıyor. Bir kısım gençlerin okumasını temin ediyor.
Oysa dün mekteplerdi, bugün okullar bütün çocukların okumasına imkân veriyor.
Oysa dün tekke ve zâviyelerdi, bugün halk eğitim merkezleri halkı çeşitli konularda eğiten merkezlerdir.
Böylece dün olduğu gibi, bugün de hem çocuklar, hem gençler hem de halk eğitim ve öğretimden geri kalmamış oluyor.
Fakat bütün bunlara rağmen istenen netice alınamıyor. Manevî birlik bir türlü sağlanamıyor. Çünkü kalbî eğitim alanlar, aklî eğitimden mahrum. Aklî eğitim alanlar, kalbî eğitimden yoksun.
Başka bir ifadeyle pozitif yani Fizik, Kimya, Biyoloji gibi ilim dallarında eğitim görenler, manevî ilimlerden yâni din ilimlerinden uzak tutuluyor.
Manevî ilimleri okuyanlar ise pozitif bilgilerden ırak tutuluyor. Tabiatıyla bu durum birbirini anlamaz kılıyor. Böylece fena bir anlayış, uğursuz bir vehim; iki tarafın birbirine yaklaşmasına birbirini anlamasına sed ve perde çekiyor.
Çünkü okul, Fen ilimlerini veren bir okul olup, akla hitap ederken, aynı zamanda din ilimlerini veren bir okul da olup, kalbe hitap etmiyor.
Çünkü okul aynı zamanda davranış ilimlerini veren bir okul iken, vicdana hitap etmiyor.
Kısaca demek lâzımsa maneviyattan uzak kuru ilim, kör oluyor. Fizik-Kimya gibi maddî bilimden mahrum din eğitimi de topal kalıyor.
Zira “Vicdanın ziyası (ışığı) ulûm-u diniye (din ilimleri)dir. Aklın nuru (ışığı), fünun-u medeniye (Fizik-Kimya gibi pozitif ilimler)dir. İkisinin imtizacıyla (birleşmesi ve kaynaşmasıyla) hakikat (ve gerçek) tecellî eder (görünür). O iki cenah (kanat) ile talebenin himmeti (gayreti) pervaz eder (kanatlanır). İftirak ettikleri (birbirinden ayrıldıkları) vakit; birincisinde taassup (gericilik), ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (doğar).”
Yâni sırf din ilimleri öğrenir de; Fizik, Kimya gibi fen bilgilerinden mahrum kalırsa ifrat eder. Aşırılığa kaçar. Mutaassıp olur. Maddeten topal kalır.
Yok eğer sadece Fizik, Kimya gibi pozitif ilimler edinir, din ilimlerinden yoksun bırakılırsa, materyalist ve maddeci olur. İnkârda kalır. Tefrite düşer, aşırı geri gider. Allahı reddedecek duruma gelir. Mânen kör olur.
Çünkü “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”
Böylece okul iki kanatlı olur. Yâni hem aklî hem kalbî ilimlere bünyesinde yer verir. Bu şekilde yayacağı ışıkla, edeceği hizmetle akıllar yanında en yüksek bir mertebe alır. Kalbler yanında en mükemmel bir mevki kazanır. Aynı zamanda vicdanlar nazarında en kutsal bir köşeye oturur.
Bu görünümüyle okul; hem medrese hem mektep hem de tekkenin aslî ve müspet işlevini yerine getirir. Üstelik bu görevini aynı mekânda, aynı zaman içinde yapar. Akıl, kalb ve vicdana aynı anda hitap eder.
Bu ise her türlü şek ve şüpheyi; her üçünden de uzak tutar. Her üçü de istenen doyuma birlikte kavuşur. Bu şekilde okul; aklın ihtiyacını da, kalbin gereksinimini de, vicdanın isteğini de karşılar. Akıl, kalb ve vicdanın her biri diğerinin noksanını; hemen tekmil ve ikmal eder. Bu hâliyle akıl, kalb ve vicdan; bir şûra yâni danışma meclisi işlevi görür.
Bu durumda sormak gerek. Yukarıdan beri sayılan maddî-manevî ilimleri bir arada okutamayışın gerçek sebepleri nelerdir acaba? Maddî veya manevî alanlarda uzmanlaşan bilginlerin birbirlerine karşı soğuk bakış ve davranışların altında yatan gerçekler, gerçekten nedir acaba?
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981