Daha önce Girit, Rodos, Mikonos, Santorini gibi Yunan adalarını görme imkanım olmuştu ve büyük bir zevk almıştım bu gezilerden…

Bu yıl da uzun süredir gitmeyi planladığımız Sakız Adası seyahati için on günlük Zafer ve Kurban Bayramlarını fırsat bilerek İstanbul’dan arabayla yola çıktık… Kapı çıkış vizesi alarak Çeşme’den kalkan feribotla 45 dakika süren kısa bir yolculuk sonrası Sakız’a vardık…

Sakız Adası, Yunanistan’ın beşinci büyük adası… Yaklaşık nüfusu 55-60 bin kişi kadarmış… Türkiye kıyılarına 5-6 kilometre uzakta; baktığınızda, özellikle de geceleri, ışıl ışıl Çeşme’yi görmeniz mümkün buradan…

Sakız Adasının tarihi çok eski antik çağlara dayanmakta… Tarih sırasına göre Ceneviz, Bizans ve üç yüz yıl Osmanlı egemenliğinin hüküm sürdüğü Ada’da tüm bu uygarlıkların izlerini görmek olası… Adanın merkezi, Chios şehri… Şehir merkezinin biraz kuzeyinde bulunan 3 adet tarihi yel değirmeni ise turistlerin görmeden, resim çekmeden geçemedikleri bir yer olmuş…

Sakız Adası’nın en önemli geçim kaynağı, damla sakızı… Ayrıca zeytincilik, balıkçılık, denizcilik ve turizm de önemli gelir kaynakları arasında yer alıyor…

Sakız Adası’nı gezerken özellikle araç kiralamak gerekli, zira toplu taşıma araçları çok az… Adanın yolları ise çok dar ve kıvrımlı, onun için çok dikkatli araba kullanmak gerekiyor… Motosiklet kullanımı da oldukça yaygın…

Burada gezip görülecek çok yer var… Altmışın üzerinde köy, birçok müze, manastır, kilise ve Osmanlıdan kalma eserler mevcut… Adanın ortasındaki tepeye inşa edilen Nea Moni Manastırı’nın bin yıllık olduğunu öğreniyoruz… Adanın güneyinde sakız ağaçları bulunmakta, doğal koylar ve pırıl pırıl turkuaz renkli deniz muhteşem bir manzara sergiliyor gezerken...

Bu arada Mastik (Sakız) Müzesi’nden bahsetmeden geçmek olmaz!.. Damla sakızının elde ediliş evrelerini tek tek gösteren ve anlatan özel olarak dizayn edilmiş bir müze burası… Müzede ayrıca ada tarihi ile ilgili detaylı bilgi de verilmekte… Müzenin marketinde ise damla sakızı içeren birçok ürün satışa sunulmakta…  

Gezimiz sırasında beni en çok etkileyen yerlerden birisi de Pirgi ve Mesta köyleri oldu… Ortaçağdan kalan bu köylerin daracık sokakları labirenti andırıyordu… Gözetleme kulesi, o zamanlarda korsanların istilalarına karşı korunmak amacıyla yapılmış… Taş evlerin siyah beyaz geometrik şekillerle süslenmiş duvarları çok değişik ve hoş görünüyordu… Köy meydanındaki kilisenin etrafında kafeler yer alıyordu… Biraz dinlenip soluklanmak isterseniz, meşhur kahve (Frappe) iyi geliyor insana…

Pirgi’den sonra Mesta Köyü’nü geziyoruz aracımızı köyün dışına park ederek… Bu köyün iki adet demir kapısı varmış; birisi batıda, diğeri de doğuda… Bir saldırı halinde korunma amaçlı olarak bu kapılar kapatılıyormuş eskiden… Mesta’nın da sokakları daracık labirent şeklindeydi, taş evleri bitişik nizamda sıralanmış, rengarenk begonvillerle süslenmişti; öyle masalsı öyle farklı görünüyorlardı ki anlatamam!.. O sokaklarda kaybolmak istiyor insan...

Bizim konakladığımız otelin bulunduğu Karpas bölgesi, adanın en popüler yerlerinden birisiydi… Yemek yemek, tavernalarda eğlenmek, alış veriş yapmak ve denize girmek için ideal bir yer burası…

Rotamız Sakız Adası’ndan Çeşme’ye döndüğünde gün batmak üzereydi… Ada gerilerde kalırken huzur dolu bu tatilden bize kalan ise; gözlerimizde yer eden denizin turkuaz rengi, yüreğimizde meltemin sıcak esintisi, damla sakızının mis kokusu ve bin kelimeden daha etkili olan çektiğimiz o güzel fotoğraflardı…

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981