Abdullah 19 Mayıs’ta ABD’deydi. Hüseyin’e gitti ama Anıtkabir’e gitmedi.
Recep Tayyip ise Ankara’daydı ama o da Anıtkabir’e gitmedi. Oysa aynı gün Gençlik Şurası’nda “Sizlerden bu ülkenin şehitliklerini tek tek dolaşmanızı rica ediyorum. Fatiha okumanızı, mezartaşlarındaki memleketleri tek tek okumanızı rica ediyorum. Saraybosna göreceksiniz, Üsküp, Bağdat göreceksiniz. Van, Bitlis, Bingöl, Erzurum, Malatya, Trabzon, İzmir, Tekirdağ, Edirne göreceksiniz. Velhasıl vatanımızın her yanını göreceksiniz. Millet nedir milliyet nedir o zaman daha iyi anlayacaksınız.” diye konuştu.
Anıtkabir’de Recep Tayyip’e göre kim yatıyor acaba?
Anıtkabir’e Suat’ı gönderdiler. Yeni düzenlemeyle, 19 Mayıs bakan düzeyinde bir bayram olarak kutlanıyor gayrı...
Biga’daki Atatürk Anıtı önündeki resmi törenin de patronu Cabir idi. Fatih ve Mehmet katılmadı. “Atatürk” Anadolu Lisesi bahçesinde, plastik ak sandalyelere yapılan gösterilere gittiler.
İçişleri Bakanı İdris, Çanakkale Valisi Güngör Azim de dahil, tüm mülki amire talimat göndermişti. İsmail, Bülent, Atilla, Tunçay, Mesut, Hamdi, Sabri vs. Atatürk Anıtı’na çelenk koyamazlardı.
Hoş İsmail resmi tören sonrası bu yasağı deldi, ama bu genel başkanı Kemal’in tüm örgütlere gönderdiği açık tavrın Biga faslıydı zaten...
Siz şimdi bu yazdıklarımı saygısızlık, terbiyesizlik, haddini bilmezlik diye algılayabilirsiniz. “Kim bu isimler, soyadları yok mu?” dediğinizi duyar gibiyim.
Durun!
Ne kadar zamandır Atatürk “Mustafa Kemal” diye kullanılıyor?
Kimler “Atatürk” demeden bu terbiyesizliği yapıyor?
Örneğin neden Türkiye Küçük Kızlar Basketbol Şampiyonu olan Karabiga’daki benim de mezunu olduğum tek ilköğretim okulunun adı yalnızca Mustafa Kemal?
Mustafa Kemal Atatürk demek birilerinin çok mu ağırına gidiyor?
Yazımın başındaki, bence de saygısızlık olan yalnızca isim kullanmayı, derdimi anlatabilmenin bir aracı olarak değerlendirmenizi istiyorum; çünkü doğru algılansın diye böyle yazdım. Yoksa, saygıyı önemli sayarım.
Ata’sına saygısı olmayanlara, Atam’ın yarattığı Türk Ulusu’nun, Türkiye Cumhuriyeti’nin; varislerinden biri olarak, yapılan terbiyesizliğe artık bir son verilsin diyorum.
Eğer son verilmeyecekse, gerici toplumların hukuk ürünü “kısasa kısas” egemen ise bunu da yazılı hukuk kuralına çevirsinler; ben de isteyerek, bilerek aklınıza kim geliyorsa ondan yalnızca ismiyle söz edeyim.
Bu kadar sinsilik yeter artık!
19 Mayıs’ın farkı ne?
19 Mayıs Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkış tarihi, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç tarihi. Atatürk’ün “Benim doğum günüm” dediği tarih.
Berbat bir tarih öğretimi var. Bilinmesi zoru değil, öğretilmeyeni paylaşayım.
19 Mayıs’ı önce Samsunlular kutladı. Halk başlattı yani. Giderek etkinliğini artırdı ve Ankara’ya da taşındı. Atatürk de kutlamalara katıldı. Oysa TBMM’nin ilan ettiği resmi bayramlardan değildi.
TBMM, kuruluş günü 23 Nisan(1920)’ı 1921 yılında ilk milli bayram olarak ilan etti. 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırıldı, bu gün Hakimiyet Bayramı ilan edildi ama tutmadı. Çocuk Esirgeme Kurumu, TBMM açılış günü nedeniyle posta pulu çıkarmış ve kimsesiz çocuklar için bağış toplamıştı. 23 Nisan’ı “Çocuk Günü” diye kutlayan kurum, 1927'den itibaren de Çocuk Bayramı diye sürdürdü. 1935 yılında TBMM resmi bayramları yeniden gündemine aldı. 1 Kasım Hakimiyet Bayramı kalktı, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resmi bayramlar arasında kaldı. 23 Nisan ise Milli Hakimiyet Bayramı adını alırken; “Çocuk” misyonu ise sürdü. 23 Nisan’a “Çocuk” ibaresi ise 12 Eylül darbecilerince 1981'de eklendi.
19 Mayıs 1919, her üç bayramdan çok daha farklı bir bayram! Atatürk bu bayramı 'Türk Gençliği’ne armağan ettiğinde bile, resmi bayram değildi. 1936'da ek bir madde ile resmi bayram yapıldı; yani Atatürk’ün ölümünden 2 yıl önce. Samsun’dan başlayan ve tüm yurda yayılan halkın yoğun baskısıyla...
Bu anlamda, halkın “bayram” ilan ettiği tek bayramdır, 19 Mayıs!
12 Eylül Darbecileri, bu bayramın adına “Atatürk’ü anma” ibaresini eklediler. Halka yakın görünmek için, Atatürk’ün yalnızca “naçiz” dediği vücudunun ardına saklandılar, anlayışına değil!
Tevfik Fikret’in “Kanun kanun diye kanun tepelendi” demesi gibi “Atatürk diye diye Atatürk’ü anlamak" engellendi.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, Atatürk’ü kaynağından öğrenmiş olsalardı; çalışırken, dinlenirken, ibadet ederken, yerken, içerken... Nefes alırken bile anarlardı...
İçine ede ede yaşanılmaz hale getirdiğimiz bu güzel ülkede, hala gelecekten umut duymamızı sağlayan öylesine çok yok edilmez izleri var ki...