Bu hayat bizi yaşar
Hani insan ara sıra kendini çok önemsiz hisseder ya. Ara sıra çok önemli hissettiği gibi. Belirsizlikler var şuan içimde, çokça. Kafam var böyle yuvarlak, yumurta gibi. İçerisinde ise topuklusundan tutun da, köselesine, halı sahasına kadar koşuşturan insanların ayak sesleri. Durun demek geliyor içimden. O minibüse binmeyin. O telefonu açmayın. İşe geç kalın. Durun işte. Neyle yarıştığımızı anlayamıyorum fakat o şeyle yarışacak kadar gücüm yok aslında. İşte bu yüzden uyumayı tercih ediyorum gündüzleri. Ve bu yüzden gece üçten sonra dışarıya çıkıyorum. Saat beş buçukta, altıda, altı buçukta kalmak zorundalar. Dosyaları var bir sürü. Ödevleri. Sevgilileri.
Bir ses geliyor sol yanımdan; ‘ işte böyle abi, yaşayacağız artık. Yapacak bir şey yok ‘ diyor. Şey olmasa belki de hiçbir şey olmazdı diyorum. Ama sen uçmuşsun diyor. Beklediğimden de kötüymüş durumun. Nasıl yani diye soruyorum. Geçen gün arkadaşlarla senden konuşuyorduk. Ne olacak bu halin diye. Ne varmış halimde demiyorum. Beni düşündükleri için teşekkür ediyorum. Siz haklısınız diyorum. Trafik, kuyruklar sizlerle var oluyor. Benim gibi değersizler de sizlere bakıp, iç geçiriyor. Siz haklısınız aslında diyorum. Var olmak için yok etmek gerek.
İyi diyorsun abi, hoş konuşuyorsun da hayat bu. Yürümek, devam etmek zorundayız. Bak beni de kendin gibi konuşturmaya başladın diyor. Yürümekten değil, büyümekten yoruldum aslında diyorum.
Hayat… Hayat ne? Hayat nerede? Biz… Biz hayatın neresindeyiz? Aslında hissettiğimiz kadar önemli miyiz? Gerçekten var mıyız? Var olduğumuza dair bile şüpheler var içimde. Bir zamanlar annemin içindeydim. Dünya dedim, tekmelerimle geldim. Sonra onun içinde oldum. Eli kalbime gitti. Elini kalbimde hissettim. Sonra elimi ellerine alıp kalbine götürdü. Kalbini ellerimde hissettim. Çarşafa sinmiş kokusunu hissederek yavaşça doğruldum. Aynada suretimi gördüm. Yaşlanmıştım. Saçlarım seyrelmiş denmeyecek kadar yok derecedeydi. Saçları… Saçları beyazlamıştı. Yere baktım. Yerde oyuncak bir ayıcık. Yere oturdum onunla oynamaya başladım. Sürünerek mutfağa gittim. Altıma çiş yaptım. Sürüne sürüne yürümeyi öğrendim. Doğruldum ve bakın ben buradayım dedim. Başlarda yürümeme çok sevindiler. Çoğu kişi yürüyebildiği için bir zaman sonra yürümemi pek önemsemediler. Sonra konuşmaya başladım. Üzerime titrediler. Bab-baa dedirttiler. Anne dedirttiler. Dedim hepsini. Babaanne dedirttiler. Anneanne dedirttiler. Onları da dedim. Sonra çoğu kişi konuşabildiği için ilerleyen zamanlarda pek önemsenmedi konuşabilmem. Sonra okula gittim. Kalem verdiler elime çizgi çektirdiler, çektim. Alkışladılar. Yazmaya başladım, daha bir kuvvetli alkışladılar. Sonra hem yazdım, hem de yazdıklarımı okumaya başladım. Kocaman alkışladılar. Artık alkışlarını duymuyorum. Çünkü çoğu kişi yazıp, okuyabiliyor. Ve ne yaptıysam bir türlü yetmiyor, yetemiyor.
Ben şimdi bu oyuncakla oynasam, o sakladığım boyama defterimi çıkartıp dilediğimce boyasam içindekileri. Ama sayfanın diğer yarısında gösterilen renkler gibi boyamasam. İçimden geldiğince boyasam. Kısıtlamasalar beni. Basamakta durabilsem. Otomatik kapı çarpınca öğrensem durmamam gerektiğini. Birileri sürekli uyarmasa. Bugünün değerini bil deyip sonrasında da gelecek diye başımın etini yemeseler. Neden herkes başkalarının kendisi gibi olmasını isteyip de, kendileri gibi olanları eleştiriyor. Beni o merdiven yürütmesin. Ben kendim çıkmak istiyorum o merdivenlerden. Ben büyümekten sıkıldım. Oyuncaklarımla oynamak istiyorum, patates baskı yapmak. Gözlerimi kapattığımda görebiliyorum.
Miniciğim. Ve sonrasında bakıyorum, büyümüşüz aniden.
Ben büyümek, bu anlamsız savaşların içinde yer almak istemiyorum dedim. Ah benim Enginim de yaşlanma sendromu mu başlamış.
Yaşlanmaktan korkar mı olmuş. Sen o ‘ büyüdük aniden ‘ şarkısına kendini çok kaptırmışsın be Enginim dedi, dalga geçerek. Sonrasında da, daha büyüyeceğiz. Çok büyüyeceğiz. Ve her zaman yılmadan küçülmek isteyeceğiz dedi, dostça.
Not: Yazının başlığı met-üst’ün radikaldeki köşesinin adından alıntıdır.