Bir insanın davranışlarını incelemek, anlamaya çalışmak ve sonrasında açıklamakla uğraşmak uzun ve zor bir çabadır.
Benzer çabayı bir toplum için yapmak, görece çok daha kolay olmaktadır.
İnsan, toplumdan çok daha gelişmiş ve sonsuz ayrıntılarla yüklüdür.
Yaklaşık ikibinbeşyüz yıl önce yaşamış Demokritos “kalabalık mutsuzluk içinde bilgeleşir” der.
Bir de “Ahmakları söz değil mutsuzluk adam eder” diye ekler.
Aç bir insan dilenebilir, ama açlıktan ölse de dilenmeyen ne çok insan gelip geçmiştir yaşamdan...
Oysa aç bir toplum genellikle dilencileşir.
“Devlet versin” der örneğin.
“Hükümet versin, oy verdiğim siyasetçi versin, başkan versin, şu büyük şirket versin, babam versin, anam versin...”
Toplumu yönetme gücünü elinde tutanlar, benim bu görüşümü reddebilirler tabii...
Toplumla aynı koşullarda yaşamadıkları için, sahip oldukları veya olmayı hedeflediklerinden çok ama çok azını dilenenlerle paylaştıkları için...
Gücü ele geçirenler toplum değil, azınlık veya birer insandır. Davranışları ve görüşleri de, doğal olarak toplumla aynı olmayacaktır.
İnsanı yücelten görüşler, düşünceler, teoriler, insanı kutsayan siyasal söylemler ya doğru algılanmıyor veya izlediğim gibi dramatik birer tiyatro gösterisi.
Usta kalkıyor, sandıktan bir biçimde çıkarılmış seçim sonuçları ile, dinsel figürlerle yüceltir göründüğü insanı yok ediyor.
Muhalefet siyasetçisi kalan yüzde bilmem kaçı biçimlendirmeye çalışırken, yücelttiğini iddia ettiği insanı yok sayıyor.
Örneğin son yıllarda olur olmadık biçimde kullanılan “Sen yoksan bir eksiğiz!” sözü sinirlerimi bozuyor.
Eğer sözü edilen ben, yani tek başına bir insan olarak ben isem, zaten varım!
Neden eksik olunuyor?
Yok olmam hangi bağlamda kullanılıyor?
Mutsuzluk içinde bilgeleşmek için mi toplum içine çağırıyorlar beni de?...
İnsanı, mutsuz etmek için toplumun sayısal bir unsuru yapmakta bu ısrar niye?
Gücü ellerinde tutmayı sürdürmek veya hedefledikleri güce ulaşmak için bir insana daha ihtiyaç duyuyorlar demek ki...
Daha doğrusu, bir insanı daha yok ederek cemaatleştirme derdindeler.
Tek tek, insan olarak var olmaya çaba gösterirsek mutluluğu yakalayabilir miyiz?
Ya da, mutluluk içinde bilgeleşebilir miyiz?
Demokritos’tan ikibinbeşyüz yıl sonra ayrı düştüğüm konu işte bu!
Yalnız bir insan olarak kaldığında da, mutsuzluk için de bilgeleşiyorsun.
En tuhaf olanı da şu:
Güçlüler veya gücü elde etmek isteyenler, “insan” olarak kalmakta direnenlere kurnazca tuzaklar kuruyorlar.
Ne diyorlar?
“Senli de olmuyor, sensiz de...”
Mutluluk içinde bilgeleşmekte direnen insanın günümüzdeki adı da konmuş:
Huysuz İnsan!
Huylu olmanın, huysuzlukla tanımlanması bile başlı başına bir ironi.
“Bana göre yanlışlar yaptığını düşündüklerim, doğrular da yapıyor. Yapmasa da yapabilir! Bunun için insan olması yeterlidir!”
Bir insan böyle düşünmeye başladığında neler oluyor diye gözlüyorum.
Gücü elinde bulunduranlar veya gücü ele geçirmeye çalışanlar damgayı vuruyor:
Dönek!
Semazen seyreden için dönüyordur. Oysa yediyüz yıldır dönen semazenlerin başlarını 20-25 derece açıyla eğmeleri nedeniyle iç kulakta denge oluşur ve başları dönmez.
Siz döndüğünü izlersiniz, ama onun içinde bilgisiz toplumun algılayamadığı olağanüstü bir denge vardır.
İnsan dönmez demek için bu denli ayrıntıya girdim. Dönek olan aslında toplumdur.
Özellikle de güce tapmaya alıştırılmış, sürüleştirilmiş ve ancak acılar çekerek bilgeleşme şansı bırakılmış toplum dönektir.
Seçim sandığı bu dönekliğin demokrasi sayıldığı; gücü elinde tutanı kutsayan topluma, gücü ele geçirmek isteyeni kutsaması için beş yılda bir sunulan fırsattan başka nedir?
Oysa insan, her konu hakkında sonsuz sayıda, her an ve sürekli seçim yapana denir. Seçme kararını da kendi bilgeliği ile verir.
İnsan önce kendini seçer!
İnsan aklı, bilgiyi, düşünceyi seçer.
Gerçek demokrasi; bu nedenle toplumun değil, tek tek insanın özgür yaşama hakkını kullanabildiği siyasal düzenin adıdır.
Her sandık bu nedenle insana doğru yalnızca bir yolculuktur.