Bu hafta özelleştirme fiyaskolarını, küresel kapitalizmin dayattığı bu uygulamanın aslında ne sorunlara yol açtığını, Batılı ekonomilerden örneklerle analiz edecektik. Ancak bundan önce küresel kapitalizmin nasıl krize girdiğini ve son günlerde dünya ekonomisinde hızla gelişen kur savaşı riskini ele alalım dedim.
Küresel krizin ana kaynağı olarak ABD’deki mortgage ve subprime kredileri gösterilir. Ancak, bunların yerine kapitalizminin kalbinin derinliklerindeki bir başka şeye bakmak lazım; toplumun içindeki para akışına…
1970’lerden itibaren kar marjlarının gerilemesi nasıl büyük bir değişim yarattığını gösteriyor. O yıllarda Batı’da sosyal devlet hızla gelişirken, üretilen mal ve hizmetlere talep yüksekti ve ücretler de artış eğilimindeydi. Ancak pazarlar yavaş yavaş doyma noktasına gelirken, hükümetlerin de yardımıyla sermaye sınırlar ötesine akmaya başladı. Bir yandan yeni pazarlar arayışı diğer yandan maliyetleri düşürme çabasıyla üretim ucuz işgücü piyasalarına taşınırken Batı’daki işçi ücretleri de baskı altına alındı.
Daha çok paranın çalışan sınıflardan zenginlerin cebine doğru akın etmesiyle sorunlar daha da büyüdü ve işçiler yeni küresel ekonominin yakıtı ürünleri satın alamaz hale geldiler. Bu sorunu çözmek için sıkıntıdaki tüketicilere kredi ırmağı akıtan yeni bir finans kapitalizmi yükselişe geçti. Bu finansal kurumlar hem gayrimenkul yapımcılarına hem de konut satın almak isteyenlere kredi verdi. Yani konut piyasasında hem arzı hem de talebi kontrol ettiler. Ancak gayrimenkul piyasası çöktüğünde yeni ekonomiyi egemenliğine alan bu finansal yapı da yok oldu.
Anlaşılacağı gibi, sorun düşen ücretler ve talep eksikliği… Para ve kredi bol, yatırılacak kaynak var, ham madde sıkıntısı da çok önemli bir sorun değil, işgücü var. Ancak zengin ülkelerde de, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde de talep sorunu var. “Üretsek de malımızı iç pazarda satabilir miyiz?” Sorun bu…
Bu nedenle ülkeler ihracat yapmak için çırpınıyor. Üretilen malı iç pazarda satamayınca, dış pazara yöneliyorlar. Ancak, burada da sorun var çünkü emekçiler yoksullaşmış, pazarlar doymuş durumda… O zaman ne yapıyorlar? Malımızın daha ucuz olsun da satalım diye para biriminin değerini düşük tutuyorsun.
İşte günümüzde Çin’in yaptığı bu… Para birimi Yuan’ın değerini düşük tutuyor ki, dünya pazarlarındaki payını koruyabilsin. Çünkü Çin’de de aslında milyarı aşkın nüfusa rağmen iç pazar kuvvetli değil. Malum, ucuz işgücü adeta Çin’in markası… Nasıl satın alabilirler?
Çin, diğer Asya ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeler ihracatlarını desteklemek için zayıf para birimi uygulamalarını benimsemeleri kur savaşı endişesini yaratıyor. Çin para biriminin değerini düşük tutarak ihracatını arttırmakla suçlanırken, ABD ve diğer batılı gelişmiş ülkeler ise faiz oranlarını düşük tutarak gelişmekte olan ülkelere büyümelerini yavaşlatan ve varlık balonlarına neden olan aşırı sermaye akışına neden olmakla suçlanıyor.
ABD tarafı kur savaşında Çin düşük kur politikasını suçluyor. Bunlar arasında Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman da var. Krugman’a göre, ucuz Yuan küresel ticaret dengesizliklerini artırdığından kur konusundaki gerginlikten Çin sorumlu. Krugman, “Çin’in davranışları kötü. ABD para politikasını gevşetiyor ve yan etkisi zayıflayan dolar, Çin ise Yuan’da olası bir zayıflamanın enflasyon etkilerini karşılamak için sıkılaştırma peşinde.
Burada kötü adam "Çin” diyor.
Çin ise, ABD’nin kur savaşlarında ilk kurşunu attığını ve dünyanın diğer ülkelerinin ABD’nin para birimi doları devalüe etmeye yönelik bu kasıtlı stratejisine karşı tetikte olması gerektiğini ileri sürüyor.
Harvard Üniversitesi’nden ekonomi tarihçisi Niall Ferguson ise uzlaşma yolunda bir öneride bulunarak, “Kur savaşı, aslında Çin artı Amerika ve dünyanın geri kalanı arasında. 1985’teki gibi Plaza Accord benzeri uluslararası bir anlaşmaya varılması olumlu olur” görüşünü savunuyor.
İzleyeceğiz… Bakalım sonu nereye varacak?..