10 Ocak Çalışan gazeteciler günü dolayısı ile Gebze gazetesi www.gebzegazetesi.com ve gazete Gebzede belgeselcinin not defteri köşesinde 13 Ocak 2022 tarihinde yayınlanan makalelerim
OSMANLIDAN CUMHURİYETE BASIN TARİHİ
Üç Asırlık Basın Tarihimiz
Özgürlüğümüzün, adaletimizin, demokrasimizin, toplumsal ve siyasi hayatımızın en önemli aktörü bazen bir okyanusun maviliklerinde mürettebatı ile dibe vuran bir savaş gemisinin bazen atmosferde keşfedilmemiş bir gök taşının bazen de her ikisinin arasındakilerinin izini süren bir merakın ta kendisi.
Kısacası eğrisiyle doğrusuyla yazı, ses ve görüntülerin harmonisi, uzak ve yakın tarihimizin öyküsü, geçmişten geleceğe uzanan iletişim hafızamızdır basın.
İçinde yaşadığımız çağda insanoğlunun su kadar, ekmek kadar ihtiyaç duyduğu, kendisi için yaşama biçimi haline gelen, medeniyetlerin ve uygarlıkların geniş ve uzak coğrafyalarda etkileşimler ve köprüler kurmasını sağlayan iletişim dediğimiz olgu tohumları binlerce yıl önce atılmış bugün ise koca bir çınar gibi kolları her yere uzanan dijital bir sistem.
Dijital dünyaya göz açan insanoğlu “dijital yerliler” olurken, dijitalden daha önceleri doğmuş olan bireyler ise “dijital göçmenler”i oluşturmakta.
İletişim ilk olarak çok eski çağlarda Kabataş döneminde beden dili dediğimiz çeşitli hareketler ve homurtularla, daha sonraları taş üzerine çizilen figürlerle, Yontma taş devri sonlarına doğru ise ateşin bulunmasıyla Amerika’da Kızılderililer duman yolu ile Afrika’da ise tamtam adı verilen vurmalı çalgılı olan davullarla, akabinde uzun mesafelerde güvercinlerle gerçekleştirilmekteydi. Zamanla bu iletişim yolları gittikçe gelişti ve yerini başka tekniklere bıraktı. Sonra dili, tarihi, kültürü ve edebiyatı ile kavimleri birbirinden farklı kılacak, etkileşimleri hızlandıracak “yazı” icat edildi. İlk olarak Mısır’da Hiyeroglif adı verilen yazı sistemi, ardından Mezopotamya’da ilk defa alfabe kullanıldı. Bu icat her şeyi yazdığı gibi nesiller boyu sürecek değişimi de kayıt altına alıyordu. Ama yetmezdi insanoğluna bu iletişim tekniği ve yetmedi de. Sonra, her şeyi kayıt altına alan bu icadı da kayıt altına alacak bir yol bulundu. Bu yol ise karanlık odadan geçiyordu. Karanlık oda zamanla ele avuca sığacak kadar küçüldü ve “görüntü” ye dönüştü. Teknoloji de devrim niteliğinde sayılabilecek bir buluş olan bu mekanizma aslında iletişimde yeni bir dönemin kapılarını sonuna kadar aralayacak en önemli adımdı. Artık her şey tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilebiliyordu. Her şeyi önce anlık sonra ise sürekli kayıt altına alan bu görüntü sistemi yanına gerçekle eşzamanlı olarak “ses”i de ekleyerek artık kendi ana iskeletini tamamlıyordu. Kendi dünyasını tamamlayan bu sistem gittikçe küçüldü ve farklı farklı şekillerle insanoğlunun ayrılmaz parçası oldu.
Dünyada yaşanan ya da iletişim dünyasında yaşanan bu gelişmeler ülke topluluklarında bazen aşağıdan yukarı bazen de yukarıdan aşağı çeşitli tarihi, kültürel, ekonomik ve politik birçok gelişimi ve değişimi sağladığı aşikâr. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine uzanan basın tarihimiz inişli-çıkışlı birçok vakayı yazılı, işitsel ve görsel olarak kayıt altına alarak süregelmiştir.
Türk Basım Sanatının Kuruluşu
Türk basınının doğuşu ve gelişimi bundan yaklaşık 300 yıl önce Osmanlı toplumuna matbaanın gelmesiyle başlar. Kentleşme ve ticarileşmenin gelişmekte olduğu bir dönemde bir döküm ustası olan Alman Johann Gutenberg tarafından 1440 tarihinde matbaanın icat edilmesinin ardından yaklaşık 300 yıllık gecikme ile ilk Türk matbaası 1727 yılında Lale devrinde kurulur.
Yeniliğe açık bir padişah olan 3. Ahmet ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa döneminde, Fransa Elçisi Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Said Efendi ile ortak bir matbaa kurmak üzere anlaşan İbrahim Müteferrika, matbaanın yararlarını anlatan bir rapor hazırlayarak İbrahim Paşa’ya sunar. Bir süre sonra matbaa açılmasına izin istemek üzere Sadrazam’a sunduğu dilekçeye Vankulu Lügati’nin basılmış birkaç sayfasını da ekler. Sadrazam’ın olumlu karşılaması ve Said Efendi’nin çabalarıyla, Şeyhülislam, “matbaa kurulmasında din bakımından sakınca olmadığı” yolunda fetva verir.
Bu fetva üzerine Padişah 3. Ahmet de 1727 yılı Temmuz ayında din kitapları basılmaması koşuluyla matbaa açılmasına izin veren fermanını yayınlar.
İlk Türk basımevi, İbrahim Müteferrika ve Said Efendi tarafından, Müteferrika’nın Sultan Selim semtindeki evinin alt katında 14–16 Aralık 1727 tarihinde kurulur. “Darü’t-tıbaatü’l Amire” adı verilen basımevine, halk arasında “basmahane” denilir.
Türk basın tarihinin matbaa sektörü başlayan serüveni İbrahim Müteferrika’nın ölümünden 18. yüzyıl sonuna kadar sonra uzun süre yayında duraklama olmasına karşın beşeri ve dini alanlarda Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde yeniden ivme kazanır ve çok sayıda yayın basın hayatımıza kazandırılır.
Osmanlı Döneminde Basılan İlk Gazeteler
Türk basın yayın hareketleri tarih sahnesine yabancı ve yerli dilde basılan gazete örnekleri ile Fransız devriminin hemen akabinde gelişimini devam ettirir. Osmanlı’da ilk çıkan yabancı gazetede bizzat Fransız hükümeti tarafından Fransız elçiliğine verilen izin ve yetki ile çıkarılır. Bunu daha sonra günlük ve haftalık Fransız kökenli gazeteler izler.
Ve nihayet 11 Kasım 1831 tarihine delindiğinde Takvim-i Vakayi adıyla ilk Türkçe gazetemiz yayımlanır. Ancak Osmanlı ülkesinde yayımlanan ilk Türkçe-Arapça gazete, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 20 Kasım 1828’de Kahire’de çıkarılan Vakayi-i Mısriye gazetesidir.
Takvim-i Vakayi aynı zamanda ilk resmi Türk gazetesi olarak da bilinir. Devlet yönetiminde büyük yenilikler getiren Padişah 2. Mahmud, basın-yayın alanında da ilk Türkçe gazetemiz olan Takvim-i Vakayi yani Olayların Takvimi adlı gazeteyi yayınlar. Gazetenin adını da Mukaddeme-i Takvim-i Vakayı olarak bizzat kendisi koyar. Bugünkü Beyazıt semtinde kurulan basımevi ile haftalık olarak yayın hayatına başlayan gazetenin birçok dilde nüshaları da yayımlanır. Sade dil kullanımına özen gösteren gazetenin çalışanları da basın tarihimizin ilk muhabirleri olan Sarim Efendi ve Sait Bey’dir.
İlk çeviri ve ilanın yayınlandığı gazete özelliği de taşıyan Takvim-i Vakayi sık sık baskılarla karşılaşır ve kapatılır. Yaklaşık yüzyıl süreyle yayınlanan gazete, 24 Kasım 1922 tarihinde tamamen kapanır.
Ancak, TBMM tarafından 1920 yılında yayınlanan Ceride-i Resmiye Gazetesi, Takvim-i Vakayi’nin Resmi Gazete niteliğinin devamıdır. Bu gazete 1922 yılında Resmi Ceride adını alır. 1928’de ise TBMM tarafından Resmi Gazete’ye dönüştürülür. Resmi Gazete, günümüzde düzenli olarak yayınını sürdürmektedir.
Ülkemizde özel sermaye ile çıkarılan ilk Türkçe gazete ise 31 Temmuz 1840 tarihli Ceride-i Havadis’tir. Bu gazete Kırım savaşının yaşandığı yıllarda İngiliz Gazetesi Morning Herald’in muhabiri olan William Churchill tarafından çıkarılır.
Bu sırada Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına başlamasıyla basın tarihimizin ilk rekabeti yaşanır. Güçlü bir gazeteci-yazar kadrosuna sahip olan Tercüman-ı Ahval, Ceride-i Havadis’i gölgede bırakır. Ceride-i Havadis ise zamanla kendiliğinden kapanır.
Takvim-i Vakayi resmi, Ceride-i Havadis yarı resmi gazete niteliği taşıdığı için birçok usta gazeteci, Türk basın tarihini Tercüman-ı Ahval ile başlatmak ister. Bu nedenle Tercüman-ı Ahval’in yayınlanması hem gazetecilik hem de edebiyat ve kültür tarihimizin dönüm noktası kabul edilir. Türk gazetecilerinin Piri sayılan Agâh Efendi, hazineden yardım almadan 21 Ekim 1860 tarihinde Tercüman-ı Ahval gazetesini yayımlar.
Fikir gazeteciliğinde çığır açan ve kadrosunda ünlü edebiyatçıları barındıran gazetenin yayın hayatına girdiği dönemde ülkede siyasi olaylar bakımından çok hareketli günler yaşanmaktadır. Bu nedenle Tercüman-ı Ahval, fikir gazeteciliği niteliğiyle okurlardan yoğun ilgi görür. Gazetede Şinasi, Ahmet Vefik Paşa ve Namık Kemal’in makaleleri yayınlanır. İmzalı ilk başyazı, ilk siyasi eleştiri yazısının yanında, Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı manzum oyunu basın tarihimizin ilk tefrikası olarak Tercüman-ı Ahval’de yayınlanır.
Tercüman-ı Ahval, yayın hayatına 5 yıl gibi kısa bir süre devam ettikten sonra, 11 Mart 1866 yılında tamamen kapanır.
Tanzimat Döneminde Türk Basın-Yayın Hayatı
1860’lı yıllar Osmanlı basınının canlanması, baskılar, kısıtlamalar ve yeni görüşlere sahne olur. Basının canlanmasına paralel olarak yeni gazetelerin sayısı hızla artarken, genç yazarlar da basın alanında öne çıkmaya başlar.
27 Haziran 1862 yılında yayımladığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde millet kavramını ilk kullanan yazarlardan biri olan Şinasi, yazılarında kamuoyunun önemine değinerek devleti, “milletin temsilcisi sıfatıyla işleri yöneten ve milletin refahı için çalışan bir müessese” olarak tanımlar.
Şinasi’nin uğradığı bir iftira nedeniyle Paris’e kaçmasından sonra Tasvir-i Efkâr’ın yönetimi Namık Kemal’e kalır. Namık Kemal, 25 yaşında Tasvir-i Efkâr’ın başyazılarını yazmaya başlar. Yazılarında ağırlıklı olarak yenilik ve özgürlük konularına değinen Kemal, aydın çevrelerde geniş yankı uyandırır. Bu dönemde yayımlanan Muhbir Gazetesi, kamuoyuna bir başka genç yazarı, Ali Suavi’yi tanıtır.
Yaşadıkları döneme göre oldukça ileri görüşleri savunan yazar ve gazeteciler, giderek yurttaşlık haklarına dayalı yasalar düzeni kurulmasını önererek, çözüm yolu olarak halkın oylarıyla seçilen bir parlamentonun toplumsal yaşamı yönetmesini isteyince, kendilerine yönelik siyasi tepkiler artar. Gazeteci ve yazarlar, 1865 yılında Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük ederken, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış alanda yaşadığı siyasi ve ekonomik bunalımların da etkisiyle, demokratik istekleri kısıtlama ve baskı altına alma yoluna gidilir.
Türk Basınında Konan İlk Yasaklar
Basınla ilgili ilk yasaklar, 1858 tarihli Ceza Kanunu’yla başlar. Fransız Ceza Kanunu’ndan çevrilerek kabul edilen kanunun basınla ilgili 138, 139 ve 213. Maddelerinde çeşitli yasaklamalar ve cazalar getirilir.
1864 yılında ilk Matbuat Nizamnamesi (Basın Tüzüğü) yayınlanır. O dönem Osmanlı hükümeti ile anlaşmazlık yaşayan Ali Suavi’nin yayın hayatını sürdürdüğü Muhbir Gazetesi kapatılır. Aynı dönem Tasvir’i Efkâr gazetesinde gazetecilik yapan Namık Kemal’in de gazetecilik yapması da yasaklanır.
Muhbir’in kapatılmasından birkaç gün sonra 12 Mart 1867 tarihinde hükümet aleyhindeki yayınları önlemek amacıyla gazetelere Kararname-i Ali yani Yüksek Kararname adı ile Ali Paşa’nın Kararnamesi gönderilir.
Osmanlı topraklarından yurtdışına çıkan gazetecilerden Ali Suavi ve Namık Kemal Türk gazeteciliğini dışarıda sürüdürler. Genç Osmanlılar Cemiyeti adına 31 Aralık 1867’de Ali Suavi’nin yönetiminde ilk sayısı Londra’da Türkçe olarak çıkan Muhbir gazetesi aynı zamanda yurt dışındaki Türk gazeteciliğinin de başlangıcını simgeler.
Kısa bir süre sonra Yeni Osmanlılar bazı görüş ayrılıkları nedeniyle Muhbir yerine derneğin yayın organı olarak 29 Haziran 1868’de Londra’da Hürriyet gazetesini yayınlarlar.
Muhbir’in özellikle geniş halk kitlelerine dönük canlı, kolay anlatımlı diline karşılık, seçkinci bir tavırla Yeni Osmanlı aydınlarına özgü düşünce ve kavramları kullanan Hürriyet, genellikle Türkiye’nin ilk düşünce gazetesi olarak nitelenir.
Türk Basınında Uygulanan İlk Sansür
Yurt dışındaki basın faaliyetlerinin sonra ermesini izleyen yıllarda Türk basınında yine canlı bir dönem yaşanır. Özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin Aleksan Sarrafyan’ın İbret gazetesini 1872’de devralması, ülke içinde etkin bir düşünce gazetesinin ortaya çıkmasını sağlar. Namık Kemal’in başyazarlığını yaparak, yeni görüşleri topluma yaymaya çalıştığı İbret gazetesi, çeşitli kapatılma cezalarının ardından Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” oyununun sahnelenmesinden sonra tümüyle kapatılır. Namık Kemal Magosa’ya, Ahmet Mithat ile Ebüzziya Tevfik de Rodos’a sürülürler. Gazetelerin kapatılması ve gazetecilerin sürgün edilmesine neden olan Kararname-i Ali’nin basını susturmak için yeterli gelmemesi üzerine, 11 Mayıs 1876 tarihinde Ali Kararname adında yeni bir kararname yayınlanarak basına sansür uygulaması hayata geçirilir.
Basiret ve Sabah gazetesi ilginç protestolarla sansürü protesto eder. Sabah gazetesi de ilk gün, sansürün yasakladığı yazıların yerlerini boş bırakarak yayımlanır. Gazetede sansürlen yerlerin beyaz bırakılarak yayınlanması yöntemini dünyada ilk kez uygulayan gazeteci Sabah gazetesi Başyazarı Şemseddin Sami’dir.
Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, basının gösterdiği bu tepki üzerine birkaç gün sonra görevinden ayrılır. Yerine geçen Rüştü Paşa sansür kararnamesini yürürlükten kaldırır.


banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981