İletişim ilk olarak çok eski çağlarda Kabataş döneminde beden dili dediğimiz çeşitli hareketler ve homurtularla, daha sonraları taş üzerine çizilen figürlerle, Yontma taş devri sonlarına doğru ise ateşin bulunmasıyla Amerika’da Kızılderililer duman yolu ile Afrika’da ise tamtam adı verilen vurmalı çalgılı olan davullarla, akabinde uzun mesafelerde güvercinlerle gerçekleştirilmekteydi. Zamanla bu iletişim yolları gittikçe gelişti ve yerini başka tekniklere bıraktı. Sonra dili, tarihi, kültürü ve edebiyatı ile kavimleri birbirinden farklı kılacak, etkileşimleri hızlandıracak “yazı” icat edildi. İlk olarak Mısır’da Hiyeroglif adı verilen yazı sistemi, ardından Mezopotamya’da ilk defa alfabe kullanıldı. Bu icat her şeyi yazdığı gibi nesiller boyu sürecek değişimi de kayıt altına alıyordu. Ama yetmezdi insanoğluna bu iletişim tekniği ve yetmedi de. Sonra, her şeyi kayıt altına alan bu icadı da kayıt altına alacak bir yol bulundu. Bu yol ise karanlık odadan geçiyordu. Karanlık oda zamanla ele avuca sığacak kadar küçüldü ve “görüntü” ye dönüştü. Teknoloji de devrim niteliğinde sayılabilecek bir buluş olan bu mekanizma aslında iletişimde yeni bir dönemin kapılarını sonuna kadar aralayacak en önemli adımdı. Artık her şey tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilebiliyordu. Her şeyi önce anlık sonra ise sürekli kayıt altına alan bu görüntü sistemi yanına gerçekle eşzamanlı olarak “ses”i de ekleyerek artık kendi ana iskeletini tamamlıyordu. Kendi dünyasını tamamlayan bu sistem gittikçe küçüldü ve farklı farklı şekillerle insanoğlunun ayrılmaz parçası oldu.