Çok kıymetli okurlarım, olmaz olmaz demeyin hiç, bazen olmaz dedikleriniz olur. O 1980’lerde Asu Maralman’ın şarkısındaki sözler gibi, “Olur olur bal gibi olur.”
Herkes rüya görür, sizde mutlaka görüyorsunuzdur.
Hem de bazılarına rüya da bazı şeyler malum olur. Rüya gözü denilen bir şey vardır. Rüya tabiri de Yusuf Suresi 37.ayette zikredildiği üzere bir ilimdir.
Rüyalarda buluşuruz.
Siz rüyaya inanır ona göre hareket eder misiniz?
Kiminiz buna yok canım, kiminiz bilmem ki, kiminiz bazı rüyalar gerçek olabilir diye cevaplar verirsiniz sanıyorum.
Rüyaya göre hareket edilir mi demeyin…
Edenler olabilir. Onlar kararlarını rüyaya göre dahi verebilirler.

İşte size bir örnek:
İstanbul’da E-5 üzerinden seyahat edenler Topkapı mezarlıkları hizasından geçerken ahşap eyvanları ve zarif minaresi ile Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Cami’ni görebilirler. Geometrik mükemmelliği ve duvarlarındaki çinileriyle bize 15. yüzyıl Türk mimarisinin pırlanta bir örneğini sunan bu camiyi 1591-92 yıllarında Arakiyeci(Takkeci) İbrahim Ağa yaptırmıştır. (Arakiye keçeden yapılan şapkaya verilen isimdir.)
Bu caminin yapılışı ile alakalı ilginç bir hikâyesi vardır. Rüyaya dayalı olarak yaptırılan bir cami olması nedeniyle bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.
Camiyi yaptıran Takkeci İbrahim Ağa, eski İstanbul’un Topkapı’sında yaşayan bir garibandı. İyi kalpli, hoş sohbet ve bizzat yapıp sattığı takkelerin geliri ile geçimini sağlayan bir zattı. Kendisi ne kadar fakirse, gönlü o kadar zengindi. Ördüğü takkeleri çarşı pazar dolaşarak satar, karısıyla birlikte zar-zor geçinirdi. Zar-zor geçinirdi ya, yine de ebedi bir emeli, bir büyük hedefi vardı: Surların kıyısına bir cami yaptırmak istiyordu… Hep bunu konuşuyor, bunun hayalini kuruyordu. Hangi parayla cami yaptıracağını soran ve büyük emelini alaya alan tanıdıklarına ise, şu cevabı veriyordu:
–Denizin yanması bile ihtimal dâhilindedir.
“Deniz tutuşur mu be, sen bu kafayla daha çok sürünürsün!” diyen çevresine aldırmıyor, çok çalışıyor, üçü beşe katıp biriktiriyor, umutsuzluğa düştüğü zamanlarda ise, “Nemrud ateşini gülistana çeviren Allah, isterse deryaları da tutuşturur” diye söyleniyordu.
Takkeci İbrahim Ağa, bir gece rüyasında nur yüzlü bir pir görmüş, ona: "İbrahim Efendi! Sana uzun bir yolculuk gözüküyor. Bağdat'a git, İmâm-ı Azâm Kapısı’ndan gir. Köprünün tam karşısında hurma ağacına sarılmış bir asma var. O asmadan üç üzüm tanesi kopar ve ye; senin kısmetindir" demiş.
Uykusundan heyecanla uyanmış.
Sebebini düşünmek, akıl ve mantıkla bağlantısını bulmaya çalışmak, gönül erlerinin derdi değildir. Onlar ihlas ile buyruğa koşarlar. Takkeci İbrahim Ağa da aynen öyle yapmış.
Hemen hanımını da uyandırmış. "Hanım, beklediğim gün geldi. Kalk, hemen bana azık hazırla. Yola çıkacağım" demiş. Hanımı, yol azığını hazırlamış. Takkeci İbrahim Ağa hanımı ile helalleştikten sonra, sabahleyin erkenden yola çıkmış, aylar süren uzun bir yolculuktan sonra, Bağdat’a ulaşmış.
Bin türlü zahmetten sonra şehre girmiş. Yorgun, bitkin, ama ümit doluymuş.
Rüyada denilenleri yapmış ve nihayet üzüm asmasını bulmuş. Önce asmanın sahibi aramaya koyulmuş. Bir dükkâna girmiş ve asmanın sahibini sormuş. Oradakiler üzüm asmasının sahipsiz olduğunu söylemişler. Bunun üzerine rüyada denildiği gibi üç tane üzümü yemiş ve hemen bir sonraki kervan ile İstanbul’a dönmeyi düşünmüş.
Takkeci İbrahim Ağa kervana katılmak için yürürken yolda tanıştığı biriyle sohbete koyulmuş.
Tanıştığı adam:
– “Hayrola yolcu, nereden gelip nereye gidersin?”
– “İstanbul’ dan geliyorum” diye cevap vermiş İbrahim Ağa.
– “Hayırdır İnşallah, geliş sebebin nedir?” demiş adam.
İbrahim Ağa önceleri söylemek istememiş ama adam o kadar ısrar etmiş ki, rüyasını anlatmak zorunda kalmış.
Rüya üzerine İstanbul’dan kalkıp Bağdat’a geldiğini duyan adam kahkahayı basmış:
– “Hay akılsız! Hiç rüyaya ümit bağlanıp bunca zahmete girilir, bunca masraf yapılır mı?” demiş ve eklemiş.
“Ben dahi geçenlerde bir rüya gördüm. Rüyama giren nur yüzlü bir ihtiyar, ‘İstanbul’a git, Topkapı’daki kulübesinde Arakiyeci İbrahim Ağa diye birinin evi var, evi bul, odunluğunda üç küp Bizans altını gömülüdür, al keyfince yaşa’ dedi. Ama rüya ile amel edilmez dedim, hiç üstünde durmadım.”
Adamı dinlerken, Arakiyeci İbrahim Ağa’nın gözleri parlamış, tüm yorgunluğu geçmiş. “İşte şimdi derya tutuştu!” diye düşünüyor, kısmetinin ne olduğunu anlamış, tatlı tatlı gülümsüyormuş. Gece gündüz demeden, yağmurdu güneşti dinlemeden İstanbul’a dönmüş.
İstanbul'a gelip, evin bulunduğu sokağa girince, onu gören komşuları: "Ne oldu Takkeci Baba, buldun mu kısmetini? Kısmetini buldunsa mahallenin camisini yaptırırsın artık" demişler.
Takkeci Baba da sakalını sıvazlayarak: "Derya tutuştu, dostlar, derya tutuştu" demiş. Evine gitmiş, bodruma inmiş, yeri kazmaya ve çıkan toprakları kürek kürek savurmaya başlamış. Onun bu halini gören hanımı ve komşuları da hayretle olanları seyretmişler. Bir süre sonra komşuları onun aklından şüphelendikleri için çekip gitmişler.
Onlar gittikten bir süre sonra, üç tane küp çıkmış, içleri çil çil altın doluymuş. Takkeci Baba Hazretleri'nin yıllar boyu ettiği dualar kabul olunmuş. Takkeci Baba, gönlünde yatan camiyi mahalleye kazandırmış. Altınlardan arta kalanını da yine fakir, yetim ve yoksullara dağıtıvermiş.
Takkeci Baba Hazretleri'nin kabri, Topkapı surları dışındaki, Takkeci Camii bitişindeki sebildedir.
“Arakiyeci İbrahim Ağa Camii”, hedefe kilitlenmenin, sabrın ve sebatın sembolü olarak hâlâ durur.
Yine bu eser bize bir rüyanın nerelere kadar gidebiliyor olduğunu da gösteriyor.
Hayatımızda zaman zaman “haberci rüyalar” vardır. Haberiniz olsun, haberiniz iyi olsun, size de rast gelsin.