Yaklaşık iki yüz metre gidiyor otobüs, bir kırmızı ışık. Yaklaşık bir iki yüz metre daha gidiyor, bir kırmızı ışık daha. Otobüsün içine bakıyorum. Arkaya doğru ilerleyiniz, şoförle konuşmayınız, engellilere, gazilere, yaşlılara, hamile ve çocuklu bayanlara yer veriniz yazıları. Kapı tarafına bakıyorum. Basamakta durmayınız yazısı.

Yolda yürüyorum. Neredeyse her evin önünde garaj kapısıdır, park etmeyiniz yazıları. Sadece bu yazılardan bile burada yaşayan insanların ekonomik olarak iyi durumda oldukları anlaşılabiliyor. (Genel olarak İstanbul’dan bahsetmiyorum. Dolaştığım semt için konuşuyorum. Sonra İstanbul’da herkes zengin mi falan dersiniz. Ben baştan söyleyeyim de) Bir de parası olan kendini çok önemli biri zannediyor. Parası olmayan da parası varmış gibi gösterirse insanların gözünde önemli biri olacağını düşünüyor. Burası sıradan bir mahalle olsa, insanlar kapılarına böyle şeyler yazmazlar. Belki de yazmaya cesaret edemezler. Yazdılar diyelim, dikkate alınmaz zaten.

Küçük yerlerin yaşantıları da küçük oluyor. Öyle fazla teferruat olmuyor. İnsanlar için iki ihtimal var zaten. Var olmak ya da yok olmak. Seçenekler bu kadar kısıtlıyken fazladan alt başlıklara gereksinim duymuyorlar. Kişi sayısı ve bu kişi sayısına bağlı olarak şehrin bazı bölgelerinde yaşam kalitesi arttıkça o kaliteye paralel, olabilecek durumlara karşı önceden alınan güvenlik önlemleri artıyor. Bu da insanları doğal davranışlar sergilemekten uzaklaştırıyor.

Mesela Biga’yı düşünün. Biga’da benim bildiğim bir tane şehir içi kırmızı ışık var. İkincisi de Bandırma yolunun orada. Hadi taş çatlasın üç olsun. ‘Yaa olur mu öyle şey Biga’da dört yerde kırmızı ışık var’ diyorsanız, hadi dört olsun. Sizi mi kıracağım. En işlek yer olan meydandaki yolda bile ışık yok. Çünkü insanlar alışmışlar. Yayalar da, sürücüler de her zamanki yaptıkları şeyleri yapıyorlar sadece.

Ama İstanbul’da neredeyse adım başı kırmızı ışık var. Her yerde uyarı işaretleri. Tamam bunlar gerekli şeyler fakat insanlar sürekli şöyle yapınız, böyle yapınız diye uyarılıyor. Belki de insanların bu şehre alışması, benimsemesi istenmiyordur, kimbilir. İnsan bir yere alışınca, oranın bunu yapacaksın, şunu yapmayacaksın şeklinde göstere göstere değil de, kendiliğinden varolan herkesin uyduğu, genel geçer kurallarına zaten uyuyor bir şekilde. Ama büyük yerlerde böyle olması istenmiyor. Çünkü her an bir şeyler değişiyor, yenileniyor.

Özgürce yolda yürümenin ise imkanı yok zaten. İnsanlar akın akın üzerinize geliyor. Eğer uzun süre İstanbul’da bulunmadıysanız ilk başta şaşırıyorsunuz. Ne yaptım da bu insanlar böyle üzerime üzerime geliyorlar diye. Sonrasında yanınızdan hızla geçip gittiklerinde anlıyorsunuz, hayatın son sürat yaşandığı bir şehirdesiniz.

Kafamdan bunları geçirerek dolaşırken, ‘arkadaşım kimliğini görebilir miyim?’ diyor bir adam. Hayırdır diyorum. Kimliğini gösteriyor. Veriyorum kimliğimi. GBT yapıyor. Tamam gidebilirsin diyip, kimliğimi geri veriyor. Cansız uyarı işaretlerinden, canlı uyarı, yapma, etme, karışma işaretçilerine geçiş yapıyoruz. Biga’da birkaç defa gece 3-4 civarlarında dışarıya çıktığımızda GBT yapılmıştı. Gündüz böyle fellik fellik tarama yapıldığına rastlamadım hiç. Ama burası büyük yer tabi. Güvenliği de büyük olmalı.

Rahat rahat dolaşıp, nefes alabilmek mümkün değil. Canlı uyarıdan sonra, en iyisi cansızlarıydı diyip otobüse biniyorum. Arkaya doğru ilerliyorum. Şoförle konuşmuyorum. Engellilere, gazilere, yaşlılara, hamile ve çocuklu bayanlara yer veriyorum. Basamakta da durmuyorum.

Efendi efendi evime gidiyorum.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981