Tarih boyunca araştırılıp incelenir konuşulup yazılır ve daima  yeni ifadelerle karşımıza çıkar ; lisân yani dil .

Arapça ‘’ lsn ‘’kökünden gelen lisân , konuşma organımız dilden alıntıdır . Korkmayın etimolojik bir incelemeye girmeyeceğiz yalnızca kelimenin kökeni hangi dilden geliyor hatırlayalım istedik .

Duygu , düşünce , öfke ve sevinçlerimiz , şikayet , arzu telaş ve isteklerimiz karşı tarafa iletilirken en büyük yardımcımız lisânımız . Tabi doğuştan veyahut sonradan sağlık problemleri sebebiyle ses yetimizi  kaybetmemişsek dünyanın en zengin insanlarındanız demektir .

     Peki bu kıymeti haiz dilimize ne derece hakim ve vefalıyız dersiniz ! Elimizdeki  mükemmel hazineyi hesapsızca harcarken labirentin köşesinde nokta misali sıkışıp kaldığımızı görmüyor muyuz ? Az zaman sonra cenazemizi kendi ellerimizle defnedeceğiz toprağımızı kendi ellerimizle atacağız . İnsan sormadan edemiyor iki adım gerimizdeki o leziz dilimizi anlayamamak da neyin nesi ? Yazılan eserleri okuyamıyor , çevirilerin bile çevirisine ihtiyaç duyuyoruz . İşin en komik tarafıysa bir de kalktık yabancı dil sevdasına tutuştuk . Evvela güzelim lisanımızı doğru kullanmasını öğrenelim biz , ondan sonra dünya coğrafyası üzerinde ne kadar yabancı dil varsa açalım kapımızı ardına dek buyursun gelsin . Her öğrenilen dil yeni kültürlere yeni bilgilere ulaşmamıza birer vesile , bundan mahrum kalmamak geleceğin dünyasında sesimizi duyurabilmek için yabancı dil şart . Ama ille de Türkçe ille de Türkçe .

‘’ İnsanın gerçek anayurdu ana dilidir . Ben ana dilimin sınırlarında nöbet tutarım ‘’ der , Albert Camus .

Türkçemiz de bizim anayurdumuzdur ama biz nice zamandır anayurdumuzu ihmal ettik bırakın sınırlarını korumayı koskoca bir imparatorluk dilini ufalaya ufalaya anlaşılamaz hale getirdik . Düşmana gerek kalmadı biz yaptık bunu biz . Eski Türkçe dediğimiz eserlerimizi okumayı bırakın Cumhuriyet döneminde yazılıp çizilenleri bile sözlük yardımıyla anlar hale geldik bugün .

Avrupalı oryantalistler harıl harıl bizim kütüphanelerimizdeki Osmanlı Türkçesi ( Eski Türkçe ) kitapları okuyup incelerken , biz günü birlik okunan kısır Türkçeyle yazılan roman ve hikayelere hücum ettik .

Tarihini , kültürünü , geçmişini öğrenmek isteyen önce dilini iyi bilmeli ki çıktığı yolda sağlam adımlar atabilsin .

    Bundan tam tamına 2500 yıl evvel Çin ‘ de talebeleri hocaları Konfüçyüs ‘ e sorarlar ; ‘’ Hocam , eğer elinize ülke meselelerini halledebilmeniz için güç ve yetki verilseydi işe ilk olarak nereden başlardınız ? ‘’ Konfüçyüs gayet manidar bir cevapla öğrencilerine şöyle söyler ; ‘’ Kelimelerin doğru söylenmesine çalışırdım eğer kelimeler doğru şekilde söylenmezse ağızdan çıkan söz anlatılmak istenen söz değildir . Ağızdan çıkan söz anlatılmak istenilen söz olmayınca yapılması gerekenler yapılmaz hale gelir . Yapılması gerekenler yapılmayınca ahlâk ve sanat soysuzlaşır. Ahlâk ve sanat soysuzlaşınca adaletsizlik baş gösterir ve halk ne yapacağını bilemediğinden şaşkınlık ve çaresizlik içinde bocalar durur . ‘’

İşte dil , her şeyden ama her şeyden daha  önemli bir değerdir .

Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak , yazılı ve sözlü kültürümüzü geliştirmek , sahip olduğumuz ana dilimizi  en doğru haliyle kullanmak ve anlaşılır kılmakla mümkündür . Vatan gibi bayrak gibi iman gibi lisan da kutsal bir emanettir hepimize .

     Yap boz tahtası misali uygulanan kısır eğitim programlarıyla , koltuk değişimlerinde  gerçekleşen söylem çığırtkanlığıyla değil samimi , idealist dil davasıyla tekrar hayat bulur can çekişen Türkçemiz . Ana dilimizin sınırlarında ilelebet nöbete , varım diyenlerden misiniz ?

          

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981