Romancı Edgar Rice Burroughs’un ürettiği Ormanlar Kralı Tarzan ve sevgilisi Ceyn karakterleri bile siyasetle iç içedir.
Siyasetin partisel zeminde ele alınışı 1600’lü yılların sonlarında görülür. İngiltere’de, daha sonra Muhafazakar Parti’ye dönüşecek olan Tory grubu tarihte bilinen en eski partidir. Siyasal partilerin siyasetin asli unsuru olmaları ise Fransız İhtilali etkisiyle, yani halkların ulusçuluğa geçişiyle başlar.
“Parlamenter demokrasilerde siyaset, siyasi partiler aracılığı ile yapılır” anlayışı, ulus devleti yönetmenin bir tür hiyerarşisini açıklar. Sivil toplum yapılarını siyasetin fideliği, siyasal partileri ise siyaset tarlası olarak değerlendirmek gerekir ki, bu da demokratikleşme yolunda siyaseti verimli kılar.
Doğumdan ergenliğe edindiğimiz sosyal ve kültürel değerler, siyasal bakışımıza temel olur. Sonradan edindiklerimiz ise, bu temel yapının taşıyabileceği ölçüde değişir.
İnanç ve kültürel nitelikleri, ekonomik pozisyonları çeşitllilik taşıyan yurttaşlara sahip ulus devletlerde, demokrasinin sallapati yürümesi de bundandır.
Demokrasinin uygarlık ve zenginlik ürettiği Batı Avrupa devletlerine bakınız. Küçük coğrafyalarının nedeni, kanlı mezhep ve etnik kimlik savaşları sonrası ayrışmalarıdır.
Türkiye’nin parlamenter demokrasi projesi, Atatürk ve yoldaşlarının özgün projesidir. Bu projeyi Batı Avrupa’dan farklılaştıran, kansız ve ayrışmadan uluslaşma çabasıdır.
Her ne kadar 1889’da oluşan İttihad-ı Osmani ilk siyasal partimiz görünse de, onun Abdülhamit’i tahttan indirmek için kurulmuş bir tür dernek olduğunu biliyoruz.
Türkiye’nin modern anlamda ilk siyasal partisi CHP’dir. Bir koalisyon partisi olarak kurulmuştur. Atatürk çok partili denemeleri yönlendirse de, toplumsal sindirebilme 1940’larda başlar. 1960’a kadar da iki partili, yani merkezin iki yakın tarafında oluşturulan koalisyon partileriyle değişim sürecini yaşar.
Bugün birbirinden “kaşı, gözü farklı(!)” 75 siyasal parti var. “Şu veya bu biçimde örgütlenmiş 75 siyasal görüş var” da denilebilir.
Bu partilerin 25’i yerel seçimlere girebilecek ölçüde örgütlü durumda. Seçim çevrelerine göre, değişken koalisyonlar da sürüyor.
Laiklik, işte bu tabloda demokrasiyi üretmek için kaçınılmaz temel anlayıştır.
Hukuk, bu ortamda olmazsa olmazdır.
Bağımsız ve özgür bir medya, bu çetrefilli ortamı saydamlaştırmak gerektiği için vazgeçilmez dördüncü kuvvettir.
Türkiye gibi ülkelerde, yasa koyucu parlamentoya temsilci göndermek, seçim barajları ile sınırlandırıldığı için; barajı aşan partilere koalisyon partileri olarak bakmak gerekir.
Bugün AKP, CHP, MHP ve BDP birer koalisyon partisidir.
Yaygın kanı şudur: Barajlı sistemde seçmen, sempatizanı ve hatta üyesi bulunduğu partinin sandıktan iktidar, en azından temsilci çıkarma şansını görmezse, çıkma şansı gördüğü komşu partiye yöneliyor.
30 Mart 2014 Yerel Seçimleri, bu genellemenin istisnası görünecek. “Bana, düşünceme, partime siyaset alanı bırakmayan iktidarı devirecek olana, bir defalığına emanet oy vereceğim” yaklaşımı ağırlık kazanıyor.
Zaman zaman, koalisyon partilerinde egemen ortağın düşüncesine uymayan yönetimler oluşur. Partinin programıyla ilgisiz isimler güç sahibi, adayı, hatta lideri olabilirler. Partilerin kemikleşmiş kadroları zaman zaman kıyıda köşede de bırakılabilirler.
Akrabalık, komşuluk gibi etkenler nedeniyle küçük yerleşim yerlerinde bu durum olağandır da, büyük kentlerde nasıl oluyor?
Büyük kentlerdeki seçilmişlere, adaylara bakınız. Gerçek bir parlamenter demokrasi uygulanabilseydi, nerelerde olurlardı?
Seçmen, seçeneksizleştirildiğine göre; adaylara büyük sorumluluklar düşüyor.
Kucaklayıcı olmalılar!
Seçim kampanyaları sürecinde değil yalnızca, seçilip görev ve sorumluluklarını yerine getirirken de kucaklayıcı olmalılar.
Kıstırılmış seçmen, dönektir! Öyle görünebilir, ama gerçekte dönen seçmen değildir.
Seçmen çoğunluğu kavşağın ortasındaki çaresiz yaya gibidir. Sağa baktığı gibi, sola da bakacaktır. Kendine uygun adres aramaktadır çünkü... Aradığı adresi bulamadıkça, kavşağa yine geri dönecektir.