Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Giresun
1990’lı yıllarda Amerika’da üniversitede okuyan Lisa adlı araştırmacı, Türkçe öğrenerek Giresun’un Yağlıdere ilçesinden ABD’ye 1960’lı yıllarda başlayan göçle ilgili akademik bir araştırma yaptı ve doktora tezi hazırladı.
Hazırlanan bu tez İngilizce kitap haline geldi
1998 tarihinde ABD li araştırmacı bu çalışmayı yaparken o yıllarda Anadolu Ajansı muhabirliğide yapan gazetemizin kutucusu ve TGRT devri alem belgesel yönetmeni İsmsil Kahraman konuyla ilgili geniş bir haber hazırladı
Kahraman’ın hazırladığı bu haber, basın yayın kuruluşlarında Amerika, Giresun’da Göç Kültürünü Araştırıyor başlığıyla yayınlandı.
Lisa adlı araştırmacı ve akademisyen basında geniş yankı bulan ve kamuoyunda tartışmalara neden olan bu haberler üzerine çok rahatsız oldu çalışmalarını kamuoyundan gizli olarak yürütmeyi tercih etti
Amerikalı akademisyen ve araştırmacı GİRESUNDA GÖÇ KÜLTĞRÜ VE YAĞLIDEREDEN AMERİKAYA HÖÇ adlı doktora tezini İngilizce olarak kitap haline getirip yayınladı
Amerikalılar bu araştırma ve çalışmayı yaparken İsmail Kahraman tarafından kurulan ilim kültür ve tarih araştırmaları merkezi
www.iktav.com kültür hizmeti olarak geniş çaplı araştırma yapıp bir çok tv kanalında halen yayınlanan Amerika’daki Giresun ve Amerika’da Devri alem adı ile belgesel çekimleri yaparak kamuoyu ile paylaşarak kültür tarihimize hizmet ettik
ABD’li araştırmacı, önce Türkçe öğrenerek, ABD’deki bir araştırma kuruluşunun maddi desteğiyle 1990’lı yıllarda Giresun bölgesini, özellikle Yağlıdere ilçesindeki tüm köyleri gezdi.
Bu çalışmasının ürünü olan “Amerika’ya Göç: Türk Göçmenler Arasında Ulusötesi Sosyal Ağlar ve Bölgesel Kimlik” başlıklı kitabı, Lisa DiCarlo tarafından İngilizce olarak yayınlandı.
Biz de kitabın ön sözünü Türkçeye çevirip özet hâlinde kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Giresun halkına, nerede olurlarsa olsunlar, yaşamlarını ve hikâyelerini benimle paylaştıkları için en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Onların iş birliği olmadan bu çalışma kesinlikle mümkün olamazdı. Özellikle İstanbul’daki Biçer ve Kütük ailelerine, Giresun’daki Çakır ve Yanbul ailelerine evlerini bana açtıkları için teşekkür ederim. Meraklı bir antropoloğun bitmek bilmeyen sorularını büyük bir alçakgönüllülük ve sabırla yanıtladılar.
Türkiye’deki çalışmam, yaklaşık yirmi yıl önce tanımaya başladığım bu ülke ve kültüre duyduğum derin bir hayranlığın sonucudur. Bu süre boyunca sürdürdüğüm dostluklar, araştırmamın zorlu dönemlerinde bana güç verdi. Özellikle Murat Erman ve ailesine yıllardır süren misafirperverlikleri ve dostlukları için teşekkür ederim.
Bu araştırma, Fulbright Eğitim Komisyonu’nun desteği olmadan mümkün olmazdı. Hibe süresince Giresun ve göç üzerine haftalık sohbetlerimizi sürdürdüğümüz Süreyya Ersoy’a teşekkür ederim. O ve İstanbul’daki Fulbright ofisinin tüm çalışanları, muhtemelen tahmin ettiklerinden çok daha fazla şekilde çalışmalarım hakkında bilgi dinlediler.
Brown Üniversitesi’ndeki hocalarım, bu projenin fikir aşamasından kitabın yayımlanmasına kadar bana büyük destek verdiler. Engin Akarlı, araştırma önerim sırasında fikirlerimi netleştirmemde önemli bir rol oynadı. David Kertzer, William Beeman ve Nicholas Townsend, sahadaki sıkıcı ayrıntılarla uğraşırken bile beni daha büyük sorular üzerine düşünmeye yönlendirdiler. Fran ve Calvin Goldscheider, sayısız şekilde en büyük destekçilerim oldular. Çalışırken yemek yememi, üretken kalmamı sağladılar. Türkiye dışındaki diğer projelere beni dahil ederken, Giresun’da keşfettiklerimin daha geniş bir kitleyle paylaşılmaya değer olduğunu bana sürekli hatırlattılar. Onların teşviki olmasaydı, bu kitabı yayımlayabileceğimi sanmıyorum.
Ayrıca Kemal Karpat, Jenny White ve Carol Delaney’e de teşvik ve destekleri için teşekkür ederim. Hillary Crane, bu el yazmasının sayısız versiyonunu okuyup değerli geri bildirimler sundu. Alexandra Zafiroglu ise, farkında olmadan, Türkiye’ye uzun zamandır bakıyor olmama rağmen onu gerçekten görmediğimi fark etmemi sağladı. Teşekkür ederim, Alex.
Yuva şehir merkezindeki pazar/market/çarşı
Karadeniz’in dağ köylerinden biri olan Yuva’da, küçük erkek çocukları Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeydoğu köşesinde, onların “Kennedy Kent” olarak bildikleri bölgede benzin istasyonlarında pompacı ya da lokantalarda aşçı olmayı hayal eder. Henüz çalışma izni ya da “green card evliliği” yapacak yaşa gelmeden bu konuları konuşurlar. Genç kızların hayalleri ise, Kennedy Kent’te yaşayan köylülerinin oğullarıyla evlenme ihtimali üzerine yapılan aile sohbetlerinden beslenir. Yuva’daki çocuklar pek nadiren eğitimle ilgilendiklerini dile getirir.
Köyün kadınları pancar yaprakları ve fındık toplarken, eşleri ABD’de yasadışı göçmen hayatının belirsizliğiyle mücadele ederken, çocuklarını okulda tutmaya çalışırlar. Bu kadınlar, çocuklarını yalnız büyütürken ve evi çekip çevirirken, akrabalarının ve köylülerinin sürekli gözlemi altındadır. Kocaları yurt dışında olan bu kadınlar, evlenip aile kurmuş olmalarına rağmen, yine genç kızlar gibi “korunması gereken” kişiler olarak görülür.

Yuva’da insanlar kuyumcuya gidip ABD’den gönderilen dolarları Türk lirasına çevirir. Bu dolarlar, Kennedy Kent’te çalışan kardeşlerden, babalardan, kocalardan ve amcalardan gelir. Kahvehanelerdeki erkek sohbetlerinin ve evlerdeki kadın muhabbetlerinin çoğu, Amerika’dan gelen haberler üzerinedir. Kimin green card kazandığı, kimin iş kurduğu, kimin sınır dışı edildiği kısa sürede öğrenilir. Göçmenler köye döndüklerinde, genellikle yeni bir Amerikan takma adlarını gururla söylerler:
Adım İhsan, ama bana Eddie diyebilirsin.
Papazlar
İstanbul’un Papazlar semtinde, Yuva’dan göç etmiş erkekler hemşehri derneğinde toplanır ve Kennedy Kent’ten dönen bir köylülerinin Yuva’da belediye başkanlığına aday olduğunu konuşurlar. ABD’de sadece bulaşıkçı olarak çalışmış olsa bile, bu “çalışkan göçmenlik deneyimi” onu başarılı bir insan kategorisine koyar ve dolayısıyla iyi bir aday yapar. Papazlar’daki tercih edilen başkan adayı, Yuva’dan gelen bu iç göçmen topluluğuna en fazla desteği verecek kişidir.
Kadınlar ve erkekler birlikte, İslamcı partinin desteğini artırmak için çalışırlar. Köyde tarımsal işlerle uğraşan kadınlar, İstanbul’daki şehir yaşamına alıştıkça, siyasi faaliyetlere katılmak için daha fazla zamana sahip olurlar.
Kennedy Kent’te, Yuva’dan göç eden Türkler, emekli Pontuslu Rum mültecilerden satın aldıkları benzin istasyonlarını ve lokantaları işletir. Geceleri bu iş yerleri, yeni gelen erkek göçmenler için pansiyon gibi kullanılır. Daha yerleşik olan göçmenler, Yuva’dan gelen hemşehrileriyle kalabalık dairelerde yaşar, uzun saatler çalışır ve kazandıklarını memleketteki ailelerine gönderir.
Kennedy Kent’e komşu kasabada, Yuva ve çevresinden gelen Pontuslu Rumlar her 19 Mayıs’ta yerel kiliselerinde sessizce toplanır ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde yaşanan Pontus Soykırımı kurbanlarını anar.
Bu kitap, Karadeniz’in kırsal bir bölgesi olan Yuva ile onun sakinlerinin oluşturduğu kentsel ve yurtdışı topluluklar arasındaki göç ve hareketlilik ilişkisini inceliyor. Köyden göçün tarihsel nedenlerini, Yuva halkının ilk kez Amerika’ya nasıl göç ettiğini, köylülerin İstanbul’daki Papazlar semtine nasıl yerleştiğini ve bu toplulukların sosyal ağlarını nasıl kurduğunu anlatıyor. Ayrıca, bölgesel önyargıların şehirdeki yerlilerle kırsaldan gelen göçmenler arasındaki sosyal ayrımı nasıl pekiştirdiğini gösteriyor.
Kitap aynı zamanda, Yuva’dan çıkan göçmenlerin Amerika’daki köylü topluluğuna nasıl erişim sağladıklarını — yani onların “Kennedy Kent” dedikleri yere nasıl gittiklerini — inceliyor. Daha da önemlisi, Amerika’daki göçmen topluluğunun, köyde ve köylülerin zihinlerinde, Yuva’nın sosyal yapısı içinde nasıl kalıcı bir varlık sürdürdüğünü ortaya koyuyor.
Ulusötesi Göç: Kuramsal Bir Çerçeve
Yuva’dan çıkmayı başarırken köyle güçlü bağlarını sürdüren kişiler, ulusötesi göçmenler (transmigrantlar) olarak tanımlanır. Glick Schiller’in ifadesiyle bu kişiler, “... göç ettikleri devlette ailevi, ekonomik, dini, siyasi veya sosyal ilişkiler kurarken, aynı zamanda göç ettikleri devletle de bu tür ilişkileri sürdürürler” (1999:96).
Bir kişinin “transmigrant” statüsü, hem geldiği toplumla hem de yerleştiği toplumla olan ilişkilerinin niteliğine bağlıdır. Bu tanım, Yuva’dan göç edenlerin deneyimlerinde ortak noktalar bulmayı sağlar — ister yurt dışına, ister Türkiye içinde göç etmiş olsunlar. Başka bir deyişle, bu yaklaşım, göçmenlerin geçtiği sınırların türünden bağımsız olarak, hem gönderen hem de yerleşilen topluluklarla benzer ilişkiler kurabileceğini ortaya koyar.
Glick Schiller, “... araştırmacılar toplum kavramını ulusal toprak kavramından cesurca ayırmalıdır” der (1999:99). Kearney de bu düşünceyi destekler ve “ulusötesi topluluk üyeleri, ulus-devletin kolektif kimlik üzerindeki etkisinden sıyrılırlar” diye yazar (1991:59). Yani ulusal sınırları aşan sosyal alanlar, göçmenlerin hem geldikleri yerle, hem gittikleri yerle, hem de aradaki bağlantı noktalarıyla özdeşleşmelerine olanak tanır.
Kearney, daha sonra ulus-devletlerden bağımsız küresel süreçler ile, bir veya birden fazla ulus-devlete bağlı fakat onları aşan ulusötesi süreçler arasında ayrım yapar (1995:548). Birçok durumda, göçmenlerin kendilerini ulus-devletlerden ziyade o devletlerin içindeki bölgelere ait hissettikleri görülür. Bu durum özellikle Türk göçmenlerde belirgindir. Yücel’in Almanya’daki Türkler üzerine yaptığı çalışmada belirttiği gibi, “tüm Türkler” ya da “tüm Türk göçmenler” hakkında genelleme yapmak mümkün değildir. Yücel şöyle yazar:
“Türkler arasındaki farklar, en azından Türklerin kendileri açısından, benzerliklerinden çok daha önemlidir. Saha çalışmalarında değil, yalnızca onları tanımlayanların zihinlerinde var olan sahte bir göçmen tipi yaratmak kolaydır” (1987:118).

Bu, hem uluslararası hem de Türkiye içi göç bağlamında geçerlidir: Türk göçmenler genellikle kendilerini, geldikleri bölgeye göre gruplayarak tanımlarlar.
Türk ulus-devletinde, doğu ile batı, kıyı ile iç bölge, şehir ile köy arasında önemli dilsel, etnik, kültürel ve sosyoekonomik farklılıklar bulunur. Bu nedenle, bölgesel aidiyet, bu farklılıkların bir göstergesi olarak önemli bir kimlik unsuru haline gelir.
Yuva’dan İstanbul’a ve daha uzak uluslararası noktalara gerçekleşen göç, sosyal ağların gücünü ve önemini açık biçimde gösterir. Bu ağlar, coğrafi olarak uzak ama köylüler için bir bakıma tanıdık olan yerlerde ekonomik fırsatlar yaratır. Döngüsel göçmenlerin (yani köyle sürekli bağlantı kuran göçmenlerin) hareket rotası, sosyal alan boyunca mal ve hizmet akışını temsil eder. Bu sosyal alan, bir zincirden ziyade bir ağ (örümcek ağı gibi) biçimindedir.
Yuva yerlilerinin oluşturduğu bu sosyal ağ, köydeki sakinlerle bölgesel ve uluslararası göçmen toplulukları arasında paylaşılan bilgi, kaynak ve emek gücünün ürünüdür. Yuva kökenli insanların farklı yerlerdeki birbirine bağlı yaşam biçimleri göz önüne alındığında, bu göç ağını inceleyebilmek için üç alanı birlikte çalışmak gerekti:
Göçün başladığı Yuva köyü,
Türkiye içindeki bölgesel göçmenlerin yaşadığı İstanbul-Papazlar,
Ve uluslararası göçmenlerin yaşadığı Yeni Yuva (New Yuva) ile Kennedy Kent.
Bu çok mekânlı araştırma yaklaşımı, Karadeniz bölgesine özgü kimliğin karmaşık biçimde nasıl inşa edildiğini ve aynı ağ kurma stratejilerinin hem iç göçte hem de dış göçte nasıl kullanıldığını açık biçimde ortaya koymaktadır.
Orijinal eser : Lisa DiCarlo, Migrating to America: Transnational Social Networks and Regional Identity among Turkish Migrants.