Hem ihlâs ve hakseverlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifade ve yararlanmalarına taraftar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar!” düşüncesi, nefsin ve bencilliğin bir hilesidir.
Ey sevaba / İlâhî mükafat ve ödüle hırslı, uhrevî amellere kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, sayılı birkaç kişiden başka kendilerine uyanlar olmadığı halde, yine o peygamberlik gibi kutsal ve temiz görevin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner tabi olanların çokluğu ile değildir.
Belki hüner, Allah'ın rızasını kazanmakladır. “Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla 'Herkes beni dinlesin!' diye, vazifeni unutup İlâhî vazifeye / göreve karışıyorsun?” Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenabı hakkın vazifesidir. Görevini yap, Allah'ın vazifesine karışma.
Hem hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar yalnız insanlar değildir. Cenabı Hakkın şuurlu mahlûk ve yaratıkları, ruhanîleri / ruhlu varlıkları, melekleri kainat ve evreni doldurmuş. Her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevap istersin; ihlâsı esas tut. Yalnız Allahın rızasını düşün.
Ta ki senin ağzından çıkan mübarek / feyizli kelimelerin havadaki fertleri, ihlâs ile ve içten niyet ile hayatlansın. Canlansın. Hadsiz şuur / bilinç sahiplerinin kulaklarına gitsin. Onları nurlandırsın. Sana da sevap kazandırsın.
Çünkü, meselâ sen “Elhamdülillah” dedin. Bu kelam / söz, milyonlarla büyük küçük “Elhamdülillah” kelimeleri; havada Allah'ın izniyle yazılır. Nakkaş-ı Hakîm / her şeyi hikmetli ve nakışlı yaratan Allah; abes / boş iş yapmaz. İsraf etmez.
Bunun için, o sayısız mübarek kelimeleri dinleyecek kadar sayısız kulakları halk etmiş / yaratmış. Eğer ihlâs ile, hâlis niyet ile o havadaki kelimeler hayatlansalar; lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer.
Eğer İlâhî rıza ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez. Sevap da yalnız ağızdaki kelimeden ibaret kalır.