Aldığım en güzel doğum günü mesajıydı; ‘iyi ki doğmuşsun’ tümcesi. Bazen iki farklı bedene ait bir çift elin birleşmesi değildir, mutluluk. Tek satır tümcenin ruhumuza dokunması da yüzümüzde tebessüme neden olur.

Son günlerde ciddi bir özeleştiri sürecine girdim. Kendime zaman ayırmayarak ciddi bir ihanet içinde olduğumu fark ettim. Bir doğum günü mesajının sıcaklığını hissetmeyeli hayli zaman olmuş. Ruhu yalnız bir bedenin kalabalıklar içinde bir yabancıya dönüşmesi belki de en yanlış olan.


Bu özeleştiri sürecinde ne Başbakan Erdoğan’ın yalancılığı ve yüzsüz bir diktatör havasıyla toplumu biçimlendirme çabası, ne de tüm bu yaşananlara sessiz kalan muhalefet ilgimi çekmez oldu. Celladına aşık olmuş bir toplumun önüne atılmak ve gerçeklerden bahsetmek ne büyük bir ütopik düşünce…


Liseyi okuduğum şehirde yayınlanan bir yerel gazete haberinde, okulun düzenlediği mezuniyet balosu eleştiriliyor. Kızlı erkekli dans ve vals gösterileri umum ahlaka aykırı görülmüş. Gazete haberinde öğrenciler ahlaksız olarak niteleniyor.


Dans etmenin toplumda ne tür bir ahlaksızlıkla eşleştiğini çözemediğimi itiraf edeyim. Kızlar ve erkeklerin yan yana gelmesinin sakıncasının ne olduğunu da çözebilmiş değilim. 
Bu şekilde bir düşünce yapısına sahip insan müsveddelerine söylenebilecek bir cümle olduğunu düşünmüyorum.

Toplum keskin çizgilerle ikiye ayrılmış. Mutlaka bir gruba ait olmanız isteniyor. Yazdıklarımız taraftarlık içgüdüsüyle okunuyor ve sorgulamadan ya küfrediliyor ya da alkış tutuluyor.


Bir belediyedeki yönetim değişiminin sokaklardaki kaldırım taşlarının rengi ve müdüriyetlerdeki isim değişiklikleri ile anlaşılır hale geldiği bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki. Yeni bir şey yok ortada. Yeni beton yığınından ziyade, sosyal demokrat görüşün olduğu bir yönetim anlayışı, beklentim. Bunları dile getirdiğin zaman ise muhalefet olmanın dayanılmaz hafifliğini soluyorsun.


İktidardakiler sizle aynı siyasal görüşe sahipse koşulsuz haklı, değilse koşulsuz haksız olduğu bu sisteme ayak uydurmanız isteniyor.


Eleştirel düşünce yapısının alkışlanmadığı bir toplum düzeninde, başarının gelmesi gerçekten mümkün mü? Hangi düşünce ya da hangi sistem ya da birey koşulsuz haklı ya da haksız olabilir? Düşünmek; sorgulamak değil midir?


Bugün 3 Haziran. Türk şiirinin romantik devrimci şairi Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü. 1963 yılı 3 Haziran sabahı sabah 06:30’da gazetesini almak üzere 2’nci kattaki dairesinden apartman kapısına kadar yürümüş ve gazetesine uzanırken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiş. Düşünceleri yüzünden memleketinden uzak geçirdiği yılları düşünüyorum Nazım’ın. Ne ironik bir ölüm değil mi?


Düşündükçe çıldırmak geliyor insanın içinden. Ezbere yaşıyoruz. Sorgulamak, düşünmek ve okumak yerine fanatizm duygusuyla hareket ediyoruz. 
Bir yerel gazetenin kızlı erkekli vals görüntülerini müstehcen ve genel ahlaka aykırı bulması gibi bir fanatizmden bahsediyorum. Bir şehrin en başarılı okulunda okuyan öğrencilerin, hayatlarını şekillendirecek üniversite sınavı öncesi yaşadıkları duygu karmaşasını bir düşünün. Usta şair Nazım gibi birçok düşünür ve bilim insanımızın yaşadığı da bu. Sorgulamayı reddettiğimiz için kavgaya yöneliyor ve değerlerimizi çarmıha geriyoruz. Sonunda biz gençler; geleceğimizin, orta yaşlı siyasetçilerin rant ve çıkar hesaplarına kurban edilmesini izlemek zorunda bırakılıyoruz.

Asıl anlatmak istediğim, ilk söylediğim… Toplumun sıkı kuralları içinde kendinden uzaklaşan bireyler olduğumuzun farkına varmanın ve bir özeleştiri yolculuğu yapmanın kimseye bir zararı olmaz.


İnancımız; vicdanımız. Kendimiz olduğumuz sürece, vicdanımız bize en doğru yolu gösterecektir. Her şeye rağmen; gülümsemek için ise öyle büyük nedenlere ve dünyayı değiştirebilme gücüne ihtiyacımız yok… Sadece gülümsemek isteyin...
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981