Şiddet, ölümcül sanrıların en şiddetlisi! Fiili ya da eyleme geçmese de içimizde baş edilemeyen iki dürtüden bir; cinsellik ve şiddet...

Belli bir yaşa gelindiğinde bedeni tanımaya başlayan genç, değişime alışma sürecinde bedensel dürtüleri, onun hayattaki rolü üzerinde aile kadar etkilidir. Bir nebze de olsa toplum, ahlaki öğretiler ve din olgusunu yaşayan kişi cinsel dürtülerine dur diyebilir. Hatta görmezden gelebilir.

Ya içimizde evrene ve varoluşa karşı koşulsuz direnen şiddet, tarihin tozlu sayfalarından günümüze kadar dozunu ve tavrını arttırarak ilerlemekte. Hayatta kalma isteği ve topluluk halinde yaşamanın zorlukları, insanın içindeki canavarın zincirlerini bazen gevşetir. Günümüzde küçük çocuklara uygulanan şiddet, gazete manşetlerinde kanımızı donduran iğrençlikte cinayet haberleri ve savaşlarda futürsüzca harcanan bedenler... Şöyle ki; 'Tarih sahnesinde var olan toplumların insanlara acı, eziyet etmek ve sanki bundan keyif alır gibi davranışlarıyla ortaya çıkan birçok işkence çeşidi vardır. Filistin askısı, Çin işkencesi, Fransız giyotini, Ortaçağ kilisesine bağlı kişilerin karşı düşünceye uyguladıkları sayısız işkence aleti ve kaldı ki günümüz Avrupa'sında bunları gururla sunan müzeler, sergiler...'

İnsanın şiddet uygulamak istediği kim ve nedir bilinmez bir muamma! Belki de bu kadar kızgın ve hınçla dolu tavrımız hayata tutunabilmek adına tohumdan filiz olup dallanıp budaklanana kadar zamansız kırılan dallarımız. Bunun sonucunda sonsuz boşlukta herkese ve her şeye bir hınç dolduruyor kalbimizin en derin ve karanlık dehlizlerini... Biraz sevgisizlik ve umutsuzluk ile birleşince cehennemin kapılarını Dünya'mıza açan bir varlık haline dönüşüyor insan. Şu anki nefes aralığında bile benimle aynı oksijeni tüketen birileri bütün hayata kızgınlığını, kinini öfkesini bir bedenden ya da ruhtan acımasızca çıkarmakta.

Korkudan bir köşeye saklanmış olan vicdan ise o kadar zamandır karanlıkta kalmış ki; ışığın ne olduğunu unutmuş. O da bu sessizlik ve kaçış ile en az şiddet kadar suçlu. Herkes delirmek üzere hatta çılgınlığın bir adım ötesinde...

Çocuklar okul basıp yüzlerce insanı öldürüp katliam yapıyor, okulda hocasını bıçaklıyor, sevgi ile kurulan yuvalar aile içi şiddet ve sokak ortasında acımasız sonlar  mezar –hapis paradoksuyla sonlanıyor. Ya biz çocuk değildik ya da her şey bu dünyada ters yüz olmuş… Çocuk olduğumuz seksenlerde bir tanıdığımız öldüğünde nereye gitti diye sorardık- büyüklerimiz ise bize bir gün hepimizin gideceği yere bizden önce gitti derdi- ölüm insana yakıştırılmaz, yakışmazdı. Nereden nereye gelindi anlam veremiyorum; ne yedik, içtik yada ruhlarımız ne ile zehirlendi bilmiyorum ama kendimi her gün bir korku filmi içinde ya da kötü bir kabusda sanıyorum. Uyanmak için ise artık iletişim araçları yada tv'lerden uzak durmaya çalışıyorum… Bütün toplum akıl yitimi yaşamış ve ben bu anlamsız şiddeti sonuçları ile birlikte taşıyacak kadar hazır hissetmiyorum. 80'lerde çocuk olup büyümüş biri olarak şanslı olduğumu bugünün çocuklarının çektiği acıları görerek acı tespitlerle yaşıyorum. Her gün ise bu kabustan uyanmayı ve ters yüz olan dünyanın gerçek diye yaşanılan her şeyinin bir kabus olduğunu düşünüyorum… Vicdanı uykudan uyanan bir dünya dileklerimle...




banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981