Göç deyince içimiz burkulur, hüzünleniriz. Orta Asya Türkistan’dan Anadolu’ya göç, memleketten gurbete göç, Ana karnından Dünyaya göç, Dünya’dan ahirete göç… Göç ile ilgili birçok kitap, roman yazılıp filimler çekildi. Göç deyince insanın aklına hüzün gelir, gurbet gelir, gariplik gelir.
Ben ilk kez göç kültürünü Giresun’un Espiye İlçesi Soğuk pınar Beldesi’nden, Kara ovacık Yaylası’na yayla göçü ile yaşamıştım. Gurbet göçü ise 1972 yılında Zonguldak Ereğli Karadeniz Kömür İşletmelerinde çalışan merhum Hasan ağabeyimin Kocaeli- Kandıra’nın Kefken bölgesine yaptığı göçle yaşamıştım. Ağabeyim çocukları ile birlikte köyden ayrılıp, Kefken’e göçmüştü. Onları uğurlarken derin bir hüzün yaşamış, ağabeyimin büyük oğlu Hüseyin’in köyden ayrılırken bastığı güllük tereğini keserek kitabımın arasında yıllarca saklamıştım.
1975 yılında İstanbul’a okumak üzere geldiğimde İzmit Otogarı’ndan önce Kandıra arabasına sonra da elimdeki adresi sorarak Kurtyeri Köyü Doğanlar Mahallesi’nde ki ağabeyimin evine gelmiştim. Göçün ve gurbetin ne anlama geldiğini o zaman anlamış, dört yıl birbirimizi görmediğimiz yeğenlerim beni tanımamışlardı.
Göçün ve Kefken’in 40 yıl önceki geçmişimde ayrı bir yeri var. Kandıra ve Kefken’le gönül dostluğumuz o zaman başlamış, ağabeyimin yanına defalarca gidip, gelerek ziyaret etmiştim.
Şuanda Kefken bölgesinde tarih, kültür ve turizm belgeseli çekerken Bayburt’ta görevli değerli gönül dostumuz Eğitimci-Yazar Sayın Hicabi YILDIZ’dan göç üzerine çok güzel bir yazı aldım. Yayla göçüyle ilgili çok güzel bir yazı hazırlayan Hicabi bey Çepni Türklerinde Göç Kültürü Belgeseli’ni birlikte çekme teklifinde de bulundu. Değerli dostum yayla göçünü gerçekten çok güzel yorumlamış. O yazıyı sizinle paylaşıyor, Hicabi Bey’e de çok teşekkür ediyorum.
BİR ÇEPNİ’NİN YAYLAYA GÖÇ SERÜVENİ
Gidişi Heyecan, Dönüşü Hüzün Olan Yolculuk - Hicabi YILDIZ
Bütün Doğu Karadeniz’i mekan tutmuş Çepniler için bir sevdanın diğer adıdır yayla. Bir Karadenizli nerede olursa olsun, ne iş yaparsa yapsın, yılda bir gün bile olsa yaylasına çıkar. Hal böyle olunca yayla, yaylacılık ve yaylaya göç başlı başına bir kültürü beraberinde taşımıştır.
Giresun, Trabzon ve Rize yörelerinde coğrafi mekan iki kelimeyle tanımlanır: biri “cenik”, diğeri “yayla”. Kışın geçirildiği sahil kesimleri cenik ya da kışlak diye anılırken, ikibin metrenin fevkinde olan insan ve hayvanların yazın konakladığı yerler yayla ya da yaylak diye anılır. Ceniğin bunaltıcı havasından kurtuluş için insanlar Rûmi Takvimle mayıs yedisinden (20 Mayıs) itibaren yaylalara giderler. Türk Milleti’nin tabiatının parçası olan göç şekil değiştirerek böyle devam etmiştir.
GEÇMİŞTE YAYLAYA GÖÇ
Geçmişte yayla yolculuğu hep yaya yürüyüşle yapılırdı. Bölge insanı ayağında kara lastiği, elinde azığı, belinde silahıyla 6 -12 saat arasında değişen mesafeleri yürürdü. Bu yürüyüş dağları sarmalamış bir yeşil denizi ortasında yürüyerek, taş oluklardan su içerek, vahşi doğayı dinleyerek olduğundan heyecan ve huzuru beraberinde getirirdi. On saatlik bir yürüyüş neticesi ayaklarınızda oluşan şişme ve sızıları dahi hissetmezdiniz.
Yayla heyecanı insanlarda yaşlısıyla genciyle günler öncesinden başlar. Yol azıkları hazırlanır, katır ve atlara vurulacak yükler denklenir. Hayvanlar göçten önce bir hafta boyunca günlük geziye çıkarılır. Bu hayvanın yolculuğa dayanabilmesi için bir nevi spordur. Büyükbaş hayvanlar âdeta bir gelin gibi süslenirdi.
Hayvanlarla gidilecekse göç saati sabah namazının ilk vaktidir. Hava henüz aydınlanmadığından çıra ya da farfar yakılır. Kadınlar keşanını başına sarar, sepeti sırtına yüklenir, eline de yol azığı olan yoğurt küleğini alır. Küçük çocuklar içi battaniye döşeli sepete oturtularak katıra yüklenir.
Koyun ve sığır sürüsü göçe dâhilse yolculuk daha meşakkatli olmakla beraber, bir o kadarda heyecanlı olur. Yüzlerce koyunu hey’leyerek giderken, yüzlerce çan ve kelekten çıkan ses ve bu sese karışan meleşmeler, ara sıra vadilerde çınlayan ıslıklar sürü sahibi bir yaylacı için şu dünyada dinlenebilecek en güzel melodi olsa gerek.
Yolculuk her zaman planlandığı gibi devam etmez. Aksilikler bir yaylacının yol arkadaşı olabilir. Yağmur hatta kar fırtınası olabilir. Yolda insan ve hayvanlar için hastalanma, ölüm veya doğum olabilir. Yollarda doktorsuz ilaçsız doğan nice insanlar vardır. Böylesi bir durumda göç için yolda, orman arasında konaklayıp, yeni bir günü beklemekten başka çare yoktur. Köpeklerin havlaması, koyunların ürkmesi, at ve katırların huysuzlanması çok yakınlarda var olan bir tehlikenin işaretidir. Böyle bir durumda bellerde duran tabanca ya da omuzlardaki mavzer veya filinta ateşlenir. Gecenin derin sükûtunda vadilerde yankılanan silah sesleriyle tehlike savuşturulur. Yayla yollarında mola yerleri bellidir. İnsanlar buralarda oturup istirahat eder, azığını yer. Espiye’nin Avluca Köyü’nden yaylaya giden birisi için Düdür, Çeküşük, Târıalan, Çayır Boğazı belli başlı mola yerleridir.
YOLLARDA KALICI DOSTLUKLARIN TEMELİ ATILIRDI
Bir tam günlük bu yolculuklarda yabancı iki insan karşılaşıp, aynı istikamete revan olmuşsa bazen yağmurda aynı şemsiye kullanılır, acıkınca bir mısır ekmeği bölünerek yenir, derin mevzulara dalınır ve bu yolculuk bir ömür sürecek bir dostluğa dönüşürdü.
Bazen yolculuklar yalnız başına olurdu, sırtınızda bir çanta, gözünüz hep yolda, belki bir katırcıya denk gelirim de şu çantamı katırına astırırım diye… ve umut hakikate dönüşür, taş döşeli yolda önce nal sesleri duyulur ve katırını yed’miş (elinde çeken) veya kasmış (yularını toplayıp hayvanı salmış) biri çıkagelir. Söylersin hiç ikiletmez, yükünün dengesini bozdurmadan bir ayar çeker, laflayarak devam edilir yolculuğa. 1990’lı yılların sonunda bütün yaylalara yol bağlanmasıyla asırlık adet ve geleneklerde yerini modern hayata bırakmış oldu.
GÜNÜMÜZDE YAYLAYA GÖÇ
Günümüzde yayla yine heyecan ve neşe olsa bile ona gidiş artık arabayla olduğundan yol heyecanı ve yol kültürü maalesef kalmamıştır. Bu değişimden Karadeniz Çepni kültüründe asırların geleneği olan “otçu göçü” de nasibini almıştır. Otçu göçü eskiden belirlenen bir günde bütün bölge insanının şenlik havası içinde yürüme yaylaya gitmesi iken, yaylalara yollar vurulup, yürüme işi kalkınca belirlenen bir günde, yayla düzünde festival yapma şekline dönüşmüştür. Günümüzde yaylaya gidişler insan ve hayvanların çift kabin bir kamyonete dolarak gitmesi şeklinde gerçekleşmektedir.
SON SÖZ VE BİR ÇAĞRI
Millet ve memleket hayatımızın geleceği için sağlıklı ve enerji dolu bir neslin lüzumu malum. Bunun için insanlarımız bilhassa gençlerimiz endüstriyel beslenme neticesi hantallaşan vücutları için fitness, aerobik salonları gibi, çoğu defa ahlak ve kültür değerlerimizle uyuşmayan kapalı salonlara gitmek yerine; arabalarını oldukları yere bırakıp, Karadeniz’in bâkir yayla ve dağlarına gelsinler. Dağ çiçekleri ile bezeli, tarihi taş döşemeli yollarda saatlerce yürüyüp, taş oluklardan veya kara oluklardan akan billur sulardan içsinler. Çıkıp yaylaya dört yanı taş duvar; üzeri hartama kaplı; içinde yer ateşi; tereğinde ağaçtan yayuk, külek, sağrak ve çanak olan bir evde uyusunlar ve ağaç yayukta yapılmış dövme ayrandan içip aynı yayığın aynı tereyağından yesinler. Akılbaba Dağına tırmanış yapıp, ağustos ayında yamacındaki karla serinlesinler. Gülistanda trekking yapsınlar. Kurtbeli, Karaovacık, Çakıl’ı bir günde gezerek, yenilenmiş bir vaziyette mesailerine dönsünler.
hey gidi yollar hey, o yollarda iki namlu eskittim. şimdi birileri çıktı araba yolu diye tutturup, tarihi yolun tam ortasına etti.