Ortaya karışık
Bir anda içimdeki Bülent Ortaçgili keşfettim ve ‘bir garip oluyoruz, durmaksızın grip oluyoruz’ gibi bir cümle kurmak istedim. Evet evet itiraf ediyorum. Ortaçgilden etkilendim. Sonra birileri çıkıp da Cihan Engin Pusuluk Ortaçgilden intihal yapmış demesin. Gerçi intihal bu tez olaylarında falan olan ve anlamı: ‘bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması’(kaynak; vikipedican) gibi bir şey ama olsun yani. Birileri çıkıp ‘Engin intihal yapmış’ diyebilir. Hem benimki Ortaçgilin cümlesinin aynısı değil zaten. Sadece onun ‘adalar/artık dar gelir bana bu odalar’ cümlesinde olduğu gibi harika ‘adalı-odalı’ ‘normalli-anormalli’ cümlelerinden bir esinti. Ama yine de affet Ortaçgil, selam olsun tüm intihalci dostlar.
Her neyse. Tüm hepsini bir kenara bırakalım. Hem benim sorunum yazın bir türlü gelememesi değil. Benim sorunum Ortaçgilin böğrüme işleyen, beni uykularımdan eden ‘adalı-odalı’ şaşırtmacaları da değil. Dostlarım; bira içmekten göbeğim, tavuk döner yemekten memelerim çıktı. Benim hiçbir suçum yok. Tüm suç tavuk döner ve biraya ait.
Havaların ısınmasıyla sokakta gördüğüm tişörtlü insanlardan etkilendim ve heyecan içerisinde koşarak eve geldim. Dolabımı açıp geçen sene ablamın beğenileri doğrultusunda aldığım tişörtlerimi aradım(ben pek sevmiyorum alışveriş sırasında ürünlere tek tek bakıp, ‘bu iyiymiş, bunu beğenmedim’ demeyi. Bunu benim yerime ablam yapıyor. Ben sadece deney faresiyim. Üzerime giyip bedeninin olup olmadığına bakıyorum) Geçen yaz üzerimden çıkartmadığım, benle bütünleşip, canısı mertebesine ulaşmış beyaz tişörtümü buldum ve bu yaz da üzerimden çıkartmamaya ant içtikten sonra giymeye çalıştım. Tişört böyle üzerime yapıştı, göbeğimi tam olarak kapatmadı, dikişleri patlayacak gibi bir şey oldu.
Geçen yazdan bu yana on küsür kilo alıp, dana gibi olmuştum. Sabahları kanal D de yayınlanan ‘doktorum’ adlı programı izleyerek kardiyologdan daha da kardiyolog, diyetisyenden daha da diyetisyen bir hale gelmiş arkadaşımın tavsiyesiyle diyete başlamaya karar verdim. Gün boyunca daha sık fakat daha az yemem gerekiyormuş. Bir de spor yapmam lazımmış. Tamam her şey iyi, güzel, hoş ama bu şekilde kilo vermeye çalışırsam ancak yaz bitimine eski kiloma dönebilirim ve plajlarda görmek istemediğimiz görüntülere yol açabilirim. Benim acilen kilo vermem gerekiyor. Ve bu yüzden beni yemeden içmeden kesecek, uykusuzluktan, acıdan delirtecek, günden güne eritecek, kibrit kutusu büyüklüğünde bir aşka ihtiyacım var.
Kime aşık olsam diye düşünmeye başladım. Bir süre sonra düşünerek aşık olamayacağımı fark ettim. En iyisi şimdilik az ve sık yiyerek, spor yaparak ve az biraz da sosyalleşerek, bir yar bulabilme ihtimalimi en üst seviyeye çıkartmakla yetinmeliydim. Telefonum çaldı. Arayan doktorumdu. ‘Yarın sabah programa çok iyi bir diyetisyen çıkacak. Bu gece bende kal. Sabah erkenden kalkıp, birlikte izleriz. Hem sana diyet listesi hazırlamış oluruz’ dedi. ‘Abi çok geç oldu. Bu saatten sonra evden çıkmayayım hiç. Hem bu diyet listesini diyetisyenlerin hazırlaması daha doğru değil mi?’ dedim. ‘Biz bu programı o kadar zamandır boşuna takip etmiyoruz ya. Öğrendik bir şeyler. Böyle üşengeçlik yaparsan kilo veremezsin zaten. Kalk gel çabuk’ diyip telefonu kapattı. Hazırlanıp evden çıktım. Yaklaşık altı kişi toplanmış gece saat bir civarı elektrik direklerine bir şeyler bağlıyorlardı. Bir an duraksadım. Sonra etrafa bakındım. O sırada başkaları da duvarlara afişleme yapıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Meğer bu adamlar siyasi partilerin bayraklarını, posterlerini asan kişilermiş. Ben küçükken sabah kalktığımda etrafta böyle şeyler görünce kendiliğinden olmuş sanırdım. Hani gece kar yağdığın da beyaz bir sabaha uyanırdık ya. Öyle işte. Çocukluğumda doğruluğuna inandığım bir şeyin aslında öyle olmadığını görünce üzüldüm bir an. Aslında üzülecek bir şey değil ama ben bir zamanlar böyle şeylere inanan bir çocuktum. Hepsinden de öte ben bir zamanlar çocuktum. Şimdi diyet vakti mi? Oooy oy. Nerede rakı’m, şalgam’ım…