Tezek kokulu balam
Olmuyordu işte. Bir şey bozulunca bir kere bir daha düzelmiyordu. Bardak yere atılır, parçalanır, parçalar toplanır ve yapıştırılır, içine su doldurulur ama sızar örneği gibi. Olmuyordu işte.
İlişkiler bazen çıkmaza giriyor. Her şey de olduğu gibi ilişkilerde büyük bir heyecanla başlıyor. Zamanla sıradanlaşıp, normalleşiyor. Heyecan azalıyor. Bir zaman sonra heyecansızlık durumu oluşuyor. Eskiden sokakta yürürken tesadüfen görürüm diye heyecanlı heyecanlı sağa sola bakınırken, artık ya görürsem diye heyecanlanır hale geliyorsunuz. Tabi bu çıkmazdan bazıları hasarsız bir şekilde çıkıyor. Yani oluyor işte.
Bir zaman sonra ayrılık kesinleşiyor. O söylese diye bekliyorsunuz. O da sizin söylemenizi bekliyor. Soğuyorsunuz günden güne. Kısa bir süre önce sizi heyecanlandıran, her bir şeyini sevdiğiniz, seviştiğiniz kişiden iğrenir hale geliyorsunuz. Her hareketi gözünüze batıyor. Bir şey yapmasa bile varlığıyla sizi rahatsız edebiliyor.
Anlamak mümkün değil. Bir saat öncesiyle, bir saat sonrası arasındaki farkları. Bir saat öncesinde ağız, burun sevişen bir çift bir saat sonrasında 'olmuyor işte, oturmayan şeyler var' diyebiliyor. Biraz öncesinde kucak kucağa otururken bir şeyler oturuyordu da kucaktan indikten sonra mı oturmadı acaba…
Evet evet dostlarım biz Murat Boz-Soner Sarıkabadayı ikilisi gibi medeni insanlarız. Öyle mesajla falan bitiremeyiz bu büyük aşkı. Ve ayrılık konuşmasını yapıp sonraki yaşantımızda birbirimize iyi şanslar dilemek, ilişki süresince gösterdiğimiz performanstan ötürü birbirimize teşekkür etmek amacıyla tıpkı profesyonel bir şirketin çalışanıyla arasında geçen veda konuşmasını anımsatan bu konuşmayı gerçekleştirmek üzere Yeniköy'de buluştuk. Yeniköy aşıklar için ideal, ayrılma evresinde olanlar içinse sakıncalı bir yer. Sakinliği, naifliğiyle aniden bir sarılma yaşatıp, uzunca bir öpücüğü beraberinde getirebilecek bir dokuya sahip. Ama dedim ya biz medeni insanlarız. Medeni insan; karar alan ve aldığı kararı eksiksiz uygulayan insandır.
Denizi ve sokaktan geçen az sayıda insanı yukarıdan gören bir kafe'ye oturduk. Şu yoldan geçen insanlara bak dedi. Hepsi de yukarıdan bakıldığından ne kadar da mutlular. Tıpkı kartpostallardaki gibi. Oysa kartpostallar bir bakıma da yalancıdır. Çünkü dıştan görünümü gösterir, detayları barındırmazlar gibi Yılmaz Erdoğan'dan arakladığı bir cümleyle konuşmaya başladı. Cümlesini bitirdiği anda dirseklerimi masaya koyup ellerimi çenemin altında kenetleyerek ciddi konuma geçtim ve tam konuyla ilgili bir şey söylememi beklediği anda ‘Bu yıl kurbanlıklar pahalıya satılacakmış. Ben bir hisseyim, sen de katılırsan beraber koça gireriz, etleri çektirip dolaba koyarız, yedikçe de birbirimizi hatırlarız. Nasıl fikir ama sen onu söyle bana’ dedim. Sanki bu konuyu ben açmasam o açacakmış gibi bir tavırla; ‘Ben de sana onu söyleyecektim. Dayımlar bizim köyden 44 baş havyan getirdi. İstersen biz de girelim’ diye cümleye başladığı anda hemen uzattım ellerimi. Bir süre kendi kendime; 550-500, 550-500 diye anlamsız bir şekilde bağrınıp, ellerini aşağıya yukarıya sallayarak alıcı-satıcı diyalogunu ortak diyaloguyla harmanladım. Hesabı ödeyip dayısının hayvan pazarındaki galerisine gittik. Koçlar arasında dolaşırken gözüme birden o çarptı. Evet evet o. Ortak; bu koç olsun mu be dedim. Olsun be ortak seni mi kırcam dedi. Peki ortak bu koçun gözleri Ümit Özat'a benziyor, gel bunun adını Ümit Özat koyalım biz dedim. Ayıpsın ortak dedi ve yanıbaşımızda dolaşan eks olup olmadığı şüpheli dayımdan aldığım fırçayla; ‘5 - Ü. Özat’ yazdım koçun sol yanına.
Ümit'i antrenman sahasında bırakıp dışarıya çıktık. Yürürken; ortak bee bu iş karlı gibi, hem insanlarla haşır neşir oluyorsun. Seneye biz de mi getirtsek sizin köyden koç neyin dedim. Bunu duyar duymaz heyecanlı bir şekilde boynuma sarılıp, uzunca bir öpücüğü yapıştırdıktan sonra ‘olur be ortak, hem harçlığımız çıkmış olur’ dedi. Ben bu tezek kokulu kızı tekrar sevdim.