Halbuki muhabbet ettiği mevcudat ve varlıklar durmuyor, gidiyorlar. Firak ve ayrılıktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz / sınırsız muhabbet ve sevgisi hadsiz / sınırsız bir manevî azaba dönüşüyor. O azabı / acı ve sıkıntıyı çekmekte kabahat, kusur ise, insana aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz muhabbet / sevgi istidat ve özelliği; aslında, hadsiz bâkî / devamlı bir cemale / güzelliğe malik bir Zât’a yani Allah’a tevcih etmek / yöneltmek için verilmiş.
O insan, suiistimal ederek / kötüye kullanarak, o muhabbeti fânî / ölümlü ve geçici mevcudata / varlıklara karşı sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurun cezasını da, firak ve ayrılığın azabı / acısıyla çekiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip / kaçınıp, o fânî / geçici mahbubattan / sevdiklerinden alâka ve ilişkisini mânen kesmesi lâzım. Bu da, dünyayı kesben (ona çalışmamak şeklinde) değil; onu kalben terketmesi (kalbinde ona yer vermemesi) ile mümkün. Ve o mahbublar / o sevdikleri onu terk etmeden evvel, o onları mânen terk ederek; bâkî / devamlı var olan mahbûba / sevgiliye; yani Yüce Allah’a muhabbetini hasretmesi, sadece O’na odaklanması ile gerçekleşir.
Çünkü insan, bir şeyi fani / geçici cihet ve yönü için değil, bâkî / kalıcı tarafı için sever.
Nitekim, okul okul için değil, sonrasında kazandıracağı güzel bir hayatı sağladığı için sevilir.
Tarlaya, kışı rahat geçirecek imkânı sağladığı için gidilir.
Vasıta ve taşıtlar; gitmek istenilen yere ulaştırdıkları için rağbet görür.
Dünyanın da, dünya için değil, sonsuz hayatı kazandırdığı için sevilmesi gerekir.
Evet, mevcudata / varlıklara muhabbet sebebimiz; aslında Hakîkî / Gerçek Bâkî olan Allah’ın hüsün / güzellik, ihsan ve mükemmelliğinin onlarda tezahür etmesi / görünmesinden ötürüdür.
Nitekim meftun ve düşkün olduğumuz güzellikler hakikatte, Yüce Allah’ın Güzel isimlerinin zayıf gölgelerinden başka bir şey değildir.
Zira, insanın fıtratı / yaratılışında; bekaya / bâkîlik ve devamlılığa karşı gayet / son derece şedit / şiddetli bir aşk var. Hatta her sevdiği şeyde, bir çeşit beka tevehhüm eder / vehmeder, sonra sever.
Ne vakit zevalini / yok olmasını ve sona ermesini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder.
Zaten bütün firak ve ayrılıklardan gelen feryatlar, beka aşkından gelen ağlamaların tercümanlarıdır.
Eğer beka / daimilik tevehhümü / vehmi / zannı olmazsa muhabbet edemez.
Hatta denilebilir ki, beka âleminin ve ebedî Cennetin varlık sebebi;
İnsanın mahiyetindeki o şiddetli beka aşkından çıkan gayet kuvvetli beka arzusu ve beka için fıtrî / yaratılışının bir gereği olan, o umumî dua; yani beka isteğidir.
Yüce Allah, o şiddetli sarsılmaz, fıtrî / yaratılıştan var olan arzuyu, o tesirli, kuvvetli, umumî duayı kabul etmiştir ki,
Fânî insanlar için bâkî bir âlemi halk etmiş / yaratmıştır.
Çünkü insan yok olmak istemiyor.
Eskimek, bitmek, tükenmek ve hiç olmayı arzu etmiyor.
İçine Allah’ın koymuş olduğu ebedîlik / sonsuzluk his ve duygusunu;
Kendisine yapılmış en büyük bir armağan olarak görüyor.
En büyük bir müjde olarak telâkki edip, kabul ediyor.
Çünkü biliyor ve inanıyor ki, Yüce Allah:
“Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”