‘’Allah seni yükselttikçe, sen gönlünü alçalt‘’ der.
‘’Ne kadar kibirli dursa da bardağın önünde eğilir çaydanlık. Öyleyse bu büyüklenme niye? Bu kibir, bu gurur niçin?‘’ der.
Daha nice ibretlik sözler büyük âlim Farabi‘den, hem de yıllar öncesinden tam günümüze söylenmiş gibi nice söz.
Yükseldikçe yükselen egolar tam tepeyi hazmedemeden baş aşağı düşüp dururken alçaldıkça alçalıyor faniler fakat Farabi‘nin kastettiği gibi değil bu alçalma. Yanlış mı anladık biz bu sözlerdeki hikmeti ne!
Her fert birbirinin kuyusunu kazmakla ayağını kaydırmakla meşgul, sevgi de saygı da toplum da kuru bir ifadeden ibaret bugün.
Su kamışının üzerindeki gölden okuluna gitmeye çalışan küçücük yavruları izlerken sızlamıyorsa yürek ve babasının göğsünde kurşundan saklanmaya çalışan masumun yerine koymuyorsa kendini insanoğlu, ne kadar yazsak da biz söylesek te nafile.
Ama işte tam da burada inanç giriyor devreye ve sessizce fısıldıyor azınlıkta kalan kulaklara; hâlâ ümit var tek başınalığına rağmen hâlâ güçlüsün sen.
Haksızlıklar kâlpleri karartırken , tünelin diğer ucundan ufacık da olsa bir ışık değneğiyle doluyor sevgiye hasret kırgın gönüller.
İnanırsan yetişiyor kandiller bulutlu gecelerde bile ve kaldırıyor üzerindeki ölü toprağını. Evet bir elin parmakları kadar az bir nesil geliyor mahşere doğru.
Sırat-ı müstakim, kıyamete yaklaşırken gülümsüyor kapı aralığından.
Terazinin bir kefesinde hüsran diğer kefesinde umut, çağın hastalık saçan virüsünden kaçmak için kapanıyoruz secdeye.
Kibir aynası her sabah girdabına çekmeye çalışsa da ruhumuzu önce kendi kendimize veriyoruz savaşımızı.
Yükseldikçe alçalmak lâkin Farabi‘nin kastettiği alçalmanın lezzetiyle buluşmak için dört nala koşuyoruz meydanlara.
Dokunmayın suya sabuna diyen, çelme takan sırtlanların arasından gülümseyerek ilerliyoruz.
İnsanlık mektebinde sınıfta kalmamak adına siz de buyurmaz mısınız dersimize?
Itır kokan mezarlıktan geçip doldururken varlık heybemizi yokluk bestesiyle katılmaz mısınız besmele li niyete.
‘’Yükselen elbet alçalır bir gün alçak gönüllerde yükselir edep, eşref-i mahlukatsak bu düsturla yaşamak gerek!..‘’