Türkistan medeniyetinde yayla kültürünün çok ayrı bir yeri ve önemi var. Yaylacılık olmazsa olmaz geleneklerimizin başında gelir. Türkistan’dan Anadolu’ya getirdiğimize en önemli kültürümüz Yaylacılıktır. Yayla Kültürü, unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.

  Geçtiğimiz haftalarda Türklerin kadim yurdu Ergenekon ovasının bulunduğu Altay dağlarında ki yaylalardaydım. Altay dağlarında yayla kültürümüz halen tüm canlılığını koruyor. Yaylacılık, Ergenekon ovalarında yaşatılıyor. Uçsuz bucaksız Altay dağları, Yenisey Vadisi’ndeki yayla kültürümüz her bakımdan beni derinden duygulandırdı ve çocukluk yıllarımı hatırlattı. Çocukluk yıllarımızı  geçirdiğimiz Karadeniz’de ki yaylalar öncelikle devlet yetkililerinin ilgisizliği, vatandaşların da bilinçsiz bir şekilde inşaat yönelmeleri Karadeniz dağlarında Yaylacılığı bitirdi. Büyük ve küçükbaş hayvandan daha çok yayla çayırları betonlaştı. Yılda 5-10 gün durulması için yapılan 5 katlı yayla evleri gerçekten yaylacılığı bitirdi, doğayı katletti. Ama buna öncelikle devlet göz yumdur. Bilinçsiz vatandaşlarda işi perişan etti.

İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI’NA TARİHİ ÇAĞRI

 İçişleri bakanlığı yayla evlerini yıkmak için harekete geçti. Hemen sormak gerekiyor içimden. Bu evler yapılırken devlet neredeydi? Devlet yetkilileri önce vatandaşı bilinçlendirip, yaylaya betonarme ev yapmak yerine, ahşap ev yaptırmalı ve ahşapçılığı teşvik etmeliydi. Birkaç çeşit Ahşap mimaride yayla evinin modelini yapıp, aksini yapanlara yıktırmalıydı. Yayla çayırlarını rant evi yapıp satanlara da en ağır cezayı vermeliydi. Bunun yerine yayla evleri hoyratça kullanıldı. Ancak yıkmak çözüm değil, ıslah etmek gerekiyor. Devlet yaylada ki evleri yaylaya uygun hale getirmeli. Ağaç tahsisi yapılarak yayla evlerinin dışları ağaçla kaplanmalı ve yaylacılığa sonsuz teşvik verilmeli. Yaylacılık kültürü de yaşatılmalı ama  betonlaşmayı da önlemeliyiz. Yıkmak çözüm değil, önemli olan bilinçlenmeyi sağlamaktır.

BİR ÇEPNİ’NİN YAYLAYA GÖÇ SERÜVENİ

 Bütün Doğu Karadeniz’i mekan tutmuş Çepniler için bir sevdanın diğer adıdır yayla. Bir Karadenizli nerede olursa olsun, ne iş yaparsa yapsın, yılda bir gün bile olsa yaylasına çıkar. Hal böyle olunca yayla, yaylacılık ve yaylaya göç başlı başına bir kültürü beraberinde taşımıştır. Giresun, Trabzon ve Rize yörelerinde coğrafi mekan iki kelimeyle tanımlanır: biri “cenik”, diğeri “yayla”. Kışın geçirildiği sahil kesimleri cenik ya da kışlak diye anılırken, ikibin metrenin fevkinde olan insan ve hayvanların yazın konakladığı yerler yayla ya da yaylak diye anılır. Ceniğin bunaltıcı havasından kurtuluş için insanlar Rûmi Takvimle mayıs yedisinden (20 Mayıs) itibaren yaylalara giderler. Türk Milleti’nin tabiatının parçası olan göç şekil değiştirerek böyle devam etmiştir.

GEÇMİŞTE YAYLAYA GÖÇ

 Geçmişte yayla yolculuğu hep yaya yürüyüşle yapılırdı. Bölge insanı ayağında kara lastiği, elinde azığı, belinde silahıyla 6 -12 saat arasında değişen mesafeleri yürürdü. Bu yürüyüş dağları sarmalamış bir yeşil denizi ortasında yürüyerek, taş oluklardan su içerek, vahşi doğayı dinleyerek olduğundan heyecan ve huzuru beraberinde getirirdi. On saatlik bir yürüyüş neticesi ayaklarınızda oluşan şişme ve sızıları dahi hissetmezdiniz.

 Yayla heyecanı insanlarda yaşlısıyla genciyle günler öncesinden başlar. Yol azıkları hazırlanır, katır ve atlara vurulacak yükler denklenir. Hayvanlar göçten önce bir hafta boyunca günlük geziye çıkarılır. Bu hayvanın yolculuğa dayanabilmesi için bir nevi spordur. Büyükbaş hayvanlar âdeta bir gelin gibi süslenirdi.

 Hayvanlarla gidilecekse göç saati sabah namazının ilk vaktidir. Hava henüz aydınlanmadığından çıra ya da farfar yakılır. Kadınlar keşanını başına sarar, sepeti sırtına yüklenir, eline de yol azığı olan yoğurt küleğini alır. Küçük çocuklar içi battaniye döşeli sepete oturtularak katıra yüklenir. Koyun ve sığır sürüsü göçe dâhilse yolculuk daha meşakkatli olmakla beraber, bir o kadarda heyecanlı olur.

SON SÖZ VE BİR ÇAĞRI

 Millet ve memleket hayatımızın geleceği için sağlıklı ve enerji dolu bir neslin lüzumu malum. Bunun için insanlarımız bilhassa gençlerimiz endüstriyel beslenme neticesi hantallaşan vücutları için fitness, aerobik salonları gibi, çoğu defa ahlak ve kültür değerlerimizle uyuşmayan kapalı salonlara gitmek yerine; arabalarını oldukları yere bırakıp, Karadeniz’in bâkir yayla ve dağlarına gelsinler. Dağ çiçekleri ile bezeli, tarihi taş döşemeli yollarda saatlerce yürüyüp, taş oluklardan veya kara oluklardan akan billur sulardan içsinler. Çıkıp yaylaya dört yanı taş duvar; üzeri hartama kaplı; içinde yer ateşi; tereğinde ağaçtan yayuk, külek, sağrak ve çanak olan bir evde uyusunlar ve ağaç yayukta yapılmış dövme ayrandan içip aynı yayığın aynı tereyağından yesinler. Akılbaba Dağına tırmanış yapıp, ağustos ayında yamacındaki karla serinlesinler. Gülistanda trekking yapsınlar. Kurtbeli, Karaovacık, Çakıl’ı bir günde gezerek, yenilenmiş bir vaziyette mesailerine dönsünler.


 

 

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981