Toplumsal yapıyı ekonomi belirler, siyaset şekillendirir. Emperyalist çağın “Piyasa Demokrasisi” nde ise iki partili model hedeflenir. Ben bunu “alternatifsiz iktidar, seçeneksiz muhalefet” diye tanımlıyorum.

Modeli biçimlendiren üç temel basınç vardır.

Birincisi Hazine yardımıdır. Siyasi partilerin gelir kaynağı üyelerden değil Hazine’den karşılanır.

İkincisi seçim barajıdır. Parlamentoda temsil yetkisi ancak belirlenen seçim barajının aşılması ile olasıdır. Baraj yüzde 10 olduğunda, pratikte temsil edilmeyen seçmen oranı yüzde 20'ye kadar ulaşmaktadır. Bu oran da farklı görüşlerin temsil hakkının gaspı anlamına gelir.

Üçüncü baskı ise kamu gücüdür. İstihdamın, yatırımın, harcamaların, sorun çözmenin yüzde 40-70 oranı kamu gücüne bağlıdır. Kamu gücünü iktidar elinde tutarken, uygulamadaki bürokrasi (buna yargı da dahil edilebilir) yalnızca anamuhalefet partisinin iktidar olasılığından çekinir.

İnsanın önemli ve etkin olduğu toplumsal yaşamı ak-kara ikilemine mahkum eden işte bu kısır döngüdür. Oysa bir insan bile sonsuz tonlarda renklere sahiptir. Toplumun renk zenginliğini ölçmek kimin haddine...

Piyasa Demokrasisi’nin profesyonel siyasetçisi bu kısır pazara ilk uyum sağlayanlardır. İktidar veya anamuhalefet partisinde şu veya bu düzeyde ele geçirdikleri koltuklara sıkı sıkı sarılmayı seçerler. Koltuk güçtür ve ona aittir. Parti içindeki daha büyük koltuklarda olanlara biad etmek, kalıcı olmanın ilk kuralıdır. Siyaset üreten herkesi “koltuğunda gözü olan” diye görme ise istenç dışı refleksidir, psikozudur.

Türkiye’deki gibi “iktidardaysa alternatifsizdir, muhalefetteyse seçeneği yoktur!”

Siyasal partilerin genel merkezlerinden taşra örgütlerine kadar inin, bu alternatifsiz, seçeneksiz profesyonelleşmiş siyasetçilerden başka bir siyaset oyuncusu göremezsiniz.

Elbette her insan aynı zamanda siyasal bir kimliktir. Her insan şu veya bu biçimde siyasetin içindedir. Bu durumu kimi bilir, kimi kendini dışında tutmaya çalışır, kimi ise dışında durduğunu zanneder.

Moğol istilasına tepkisiz kalan Mevlana’ya Nasreddin Hoca’nın tepkisi de bunu anlatır. İktidardan veya anamuhalefetten yakınırken “ben siyasetten hoşlanmıyorum” demek, bu kısır Piyasa Demokrasisi’ni onaylamak anlamına gelmez mi?

Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarım umarım teorik ve sıkıcı gelmemiştir. Okurlarımı düşünmeye, kendi özgün görüşlerini geliştirmeye yöneltme derdindeyim de...

Biraz da uygulamaya bakarak değerlendirmek istiyorum.

İktidar partisinin ilçe yönetimi bile seçilecek olsa, yönetim genel başkanın onaylayabileceklerinden oluşur. Genel başkanın onayladığı milletvekili de buna parafını atandır. Üstelik, partililer de çoğunlukla bu sürece haklı ve makul diye bakarlar.

Seçmenin önünde alternatif zaten yoktur ve abilerden onay alınmıştır.

Anamuhalefette durum farklı mı?

Hayır!

Milletvekiline tavır alan bir ilçe yönetimi, partinin kurultayına delege bile gönderemez. İlçe yönetimi milletvekili ile ne zaman uyum sağlar, işte o zaman genel merkez ile kenetlenme sağlanmış sayılır. İlçe yönetimindeki koltuk tapulanmıştır ve üyelerinin başka seçeneği yoktur!

Daha önce “muhalefet ediyor” diye destek verenler içinde, hala siyaset yapmayı sürdürenler olursa, rol değiştirmiş sayılırlar ve kutsal koltuğu ilk fırsatta çalacak hırsızlar gibi görünürler. Siyasal derinlik, zenginlik unutulmuştur.

Bakış açısı daralmıştır!

Bundan sonra parti üyelerinin görevi, kutsal koltuğa oturan seçeneksiz sahibe biad etmektir. Ondan, yıpranabileceği için iktidara muhalefet etmesi de istenmemelidir. Seçimlere kadar kartvizit taşıyıp, görüntü vermesi yetecektir. Propaganda dönemi geldiğinde iki lakırdının belini bile kırmadan şans aranacaktır. Seçmen iktidardan sıkıldığında zaten seçeneksizdir ve seçeneksiz muhalefete sıra gelmiştir.

Eleştirdiğimiz bu ikili yapının tuzağına düşmemeye çalışan biri olarak, bu yazıda diğer muhalefetten söz etmemek, en çok bana yakışmaz.

Piyasa Demokrasisi, temsil gücünü elde edemeyeceğine inanan muhalefet partilerine iki yol bırakır. Birincisi emperyalizmin en sevdiği sonuçtur.  Dar bölgede iktidar olmayı seçer, böler, bölünür. Kendine yapılanın aynısını, içine illegalite şırınga edip, çöplüğünde kendisi diğerlerine yapar.

Umarım Türkiye’de böyle bir parti size de tanıdık gelmiştir.

İkinci yoldaki muhalefet ise kişiliksiz muhalefettir. “Madem temsil gücü elde edemiyoruz...” diye yola koyulurlar. Ardından ya iktidar ya da anamuhalefet partisiyle muta nikahı kıyarlar. Geçici diye girdikleri partide yer yer egemen bile olabilirler. Kendilerini değil rollerini oynadıkları için, iktidarı ve anamuhalefeti son dakikada belirlemek alınyazılarıdır.

Eksik kaldı biliyorum, ama eksikleri sizin tamamlayacağınızdan eminim.


banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981