‘‘Hıııı...’’
Ali Roka, 43 yaşındaydı ve yaklaşık 20 yıldır memurluk yapmaktaydı. O’nu tanıyan birisine(tanımak dediysem aynı şubede çalışmış ya da aynı esnaf lokantasında yemek yemiş birisini kastediyorum. Yoksa kendisini bırakın yakından tanımayı, selam verip de karşılığını bulan bile görülmemiş.), o’nun nasıl biri olduğunu sorduğunuzda; ‘‘kaba, kendini beğenmiş, insanları ve genel olarak hiçbir şeyi sevmeyen’’ biri olarak tanımlarsa, şaşırmayınız sakın. Bu şubede kendisi kadar eski olan çaycı Murat; ‘‘bugüne kadar bir gün olsun ‘günaydın’ dediğimde, ‘hı’ dan başka bir cevap verdiğini duymadım’’ demişti, Bay Roka için.
Sadece iş arkadaşlarına karşı değildi bu, soğuk ve kaba tavırları. Müşterilere karşı da böyleydi. Onların işlerini yaparken, bir kez olsun yüzlerine bakmaz, imza attırmak için bile, konuşmak yerine, imza atılacak yeri parmağıyla işaret etmekle yetinirdi.
Çalışmak o’nun için, kirasını ve sürekli yemek yediği lokantanın parasını ödemek dışında bir şey ifade etmiyordu. Bu yüzden de, yükselme gibi bir amacı yoktu. Daha fazla para ve hürmet kazansa dahi, yine de mutlu olamayacağını düşünüyordu. O’na göre yalnızca, olaylara – hayata-yüzeysel olarak bakan aptallar mutlu olabilirdi. Evet, insanları sevmiyordu. Ki, genel olarak insanları, insan oldukları için sevme fikri hiç de cazip ve samimi değildi. Tanımadığı bir adamı, sırf o da kendisi gibi bir çift böbrek taşıyor diye sevmesi çok saçmaydı. Karnını doyurmak için paraya ihtiyacı olmasa, bırakın dışarıya çıkmayı, evinin perdelerini bile açmayacaktı.
Zaten dışarısı aptallıktan başka bir şey barındırmıyordu. Her tarafı kazılmış bir sokakta, hem de insanın üzerine yapışan bu sıcakta, yemyeşil balgamları ve sanki özenle dizilmiş gibi duran sigara izmaritlerini gören bir adam, nasıl da mutlu olabilir ki.
Elinde olsa demliğin içinde boğmak istediği adamlardan birisi de, çaycı Murat’tı. O’nun nasıl bu kadar yüzeysel ve saçma bir adam olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Murat ise yıllardır onunla iletişim kurmaya çalışıyor, karşılık bulamadıkça vazgeçmek yerine, tekrar deniyordu.
Murat, her zamanki gibi şubedekilere sırayla çay dağıtıp, ‘‘teşekkürler’’cevabını alarak mutlu oluyor ve ‘‘ben olmasam bu şube anında kapanır’’ diye düşünerek kendini tatmin ediyordu. Sıra Ali Roka’ya geldiğinde, ‘‘afiyet olsun Ali Bey’’ demesine karşılık olarak, ‘‘hı’’ cevabını almıştı yine. İçinden küfürler ederek çay ocağına gitti ve ‘‘la’’ dedi kendi kendine, ‘‘bunun artisliği kime?’’
Hemen bir plan yaptı. Akşam iş çıkışında, içi sıcak su dolu kettle ile Ali Roka’nın önünü kesip, ‘‘ne la bu haller, hareketler? Sen kendince adam mı ayırıyorsun? Bana bak bana, ben 20 yıllık çaycıyım, adamı sıcak suyla eritip, ciğerlerinden çay yaparım çay… Senin artisliğin kime?’’ dedi, elindeki kettle’ıbir ileri – bir geri sallayarak. ‘‘Vay be… Demek yalandı ha, tüm bu demleme çay olayları. Demek kettle’la yapıyordun çayı. Anlamıştım zaten, sefil herif seni. Sana diyecek çok şey var ama dua et ki, yazan dana’ya ayrılan bu haftaki köşe doldu. Eğer bu dana unutmaz ve sıkılmazsa, haftaya ben sana nasıl çay yapılır göstereceğim Murat Efendi’’ dedi Ali Roka, Murat’ın elinden kettle’ı alıp, içindeki suyu çantasından çıkardığı bardağın içine boşaltırken.