Bir ülkenin nasıl yönetildiği, nasıl yönetilmek istendiği konusunda, halkı doğru ve ayrıntılı biçimde bilgilendirmek zorunda olanlar vardır.
Bunlar iktidar siyasetçisi ve devletin bürokratlarıdır.
Muhalefet siyasetçisi ne yapmak zorundadır?
Süreci izler, sorgular, kendi alternatif politikasını üretir ve aynı dürüstlük ve açıklıkla halkı bilgilendirir.
Sivil toplum örgütleri bu tabolda nerededir?
Kendi temsil ettiği kesimle ilgili her türlü bilgiyi araştırır, belgeler ve üyeleri ile paylaşarak kendi politikasını oluşturur. Bu politika doğrultusunda iktidar siyasetçisi ve devlet bürokratı ile sürekli iletişim halinde olur.
Sivil toplum örgütlerinin bir gözü de sürekli muhalefet siyasetçisinde olur, onun üreteceği alternatif politikaları izlemek ve onlarla da sürekli iletişim halinde olmak zorundadır.
Türkiye’de iktidar siyasetçisi ve devlet bürokratı, muhalefet siyasetçisi, sivil toplum örgütleri yönetimleri, acıdır ki; bu temel demokratik davranış biçiminden günümüzde çok uzaklara düşmüş durumda.
Bir ülke için tehlikeli sayılacak bu durum; medya ile örtbas edilmeye çalışılıyor ya, işte ben ona yanıyorum.
Kimiz ki biz?
Arkamızda devlet yok, muhalefet yok, sivil toplum yok, seçmen desteği yok!...
Suçlu da biz, düşman da biz!...
Hasbelkader uyarılarımızla iyi yapılan işlerde bile, “maaşallah, şunlar da çok iyi işler yaptı” dememiz bekleniyor.
Soru sormak suç!
Yanıt vemeyene toplumsal baskı yok!
Eleştirmek suç!
Eleştiriye tahammülsüze halkın desteği caba!
Siyasetçinin naylon, bürokratın sentetik, halkın serhoş olduğu yerde, medya hormonlu olmaz da; ya ne olur?
Neymiş efendim?
Halk cumhurbaşkanı seçecekmiş 10 Ağustos’ta.
Halkın bir şey falan seçeceği yok!
Sandık yalnızca büyük bir israf müsameresidir.
Bugüne dek TBMM’de vekiller seçiyordu. Şimdi TBMM’dekiler adayları belirledi, biz belirlenenlerden birine oy vermek zorunda bırakılıyoruz.
Üstelik üç adayı da vekillerin belirlemediğini, Aysun Kayacı’nın sözünü ettiği Hakkari’deki çoban bile biliyor.
“Vekillerin kendilerini kim belirledi ki, onlar cumhurbaşkanı adayı belirlesinler” demek, fazla mı insafsız olur acaba?...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde harcanan toplam para ile Türkiye’nin enerji açığı kapatılır!
Harcanan parayı tabii ki yalnızca görünen masraflar olarak düşünmüyorsanız; boşa geçen zamanı, devletin başıbozukluğunu, muhalefetin saçmalıklarını, sivil toplum örgütlerinin sütre gerisi beklemelerini ve yatırımcıların Kabe arayışını da ekliyorsanız...
Özel sektör yatırımlarında, üretimlerinde, ihracatlarında yaşanan bunalıma bakmazsanız, tabii ki göremezsiniz!
Başından beri çok açık ve net biçimde bir tavır sergiliyorum:
Cumhurbaşkanlığı seçim sandığına gitmeyeceğim, çünkü sonuçlarının yurduma ve insanıma vereceği zararda payım olsun istemiyorum. Sonuçta bir oyum var ve onu kullanmayacağım. Üç adayın kim ve ne olduklarından önce, böylesi bir seçimi kökünden yanlış buluyorum.
Ülkesine, devletine maddi ve manevi tüm yükümlülüklerini hukuken de, vicdanen de yerine getirmiş bir yurttaş olarak; gönül rahatlığı ile bunu paylaşıyorum.
10 Ağustos’ta kim seçilirse seçilsin, hukuken Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olacaktır ama asla Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ettiği bir demokrasinin sonucu olmayacaktır.
Vicdanımda da, benim Cumhurbaşkanım değildir!
Çağdaş demokrasi, yalnızca yazılı hukukla tanımlanamaz, meşruluk da aranır.
Mısır’daki Mursi ve Sisi de hukuken seçildiler, ancak meşru olamadılar.
Özde sebebi şu:
Aday gösterme hakkı bulunmayanların, seçme hakkı hukuki olabilir, ama onun adı demokrasi değildir. Hukuki olan demokratik değilse, meşru da değildir.
Bizim neslimiz gerçek bir demokrasiyi maalesef üretmeyi başaramadı, çocuklarımıza da pek şans bırakılmadı. Umarım torunlarımız gerçek demokrasiyi kurarlar.
Torunlarımızın çocukları veya en uzak torunlarımızın torunları, gerçek bir demokraside yaşayacak, bunu biliyorum.