El atan olsaydı dünyayı kurtarabilirdim
Pazar günüydü, sabahın erken saatleriydi ve işine gitmek için koşuşturanlar yok denecek kadar az sayıdaydı. Ülke olarak pazar gününe saat 10-11 civarı başlıyoruz. Kendimizi tatilde sayıyoruz çünkü. Sonra kahvaltı yapıp, sifon sesiyle gazete sayfalarının hışırtılarının sesini birbirine karıştırıyoruz. Pazartesi günü ise her şeye kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gerçekten şaşırıyorum bu tempoya alışıp, yadırgamayan insanlara. Çok acayip değil mi? Bir gün öncesinde istediğiniz her şeyi yapmakta ya da yapmamakta serbestsiniz. Ertesi gün ise sıkıyorsa yap oluyorsunuz. Amaaan bana ne ki sanki. Ben değişik şeyler yapmaya karar verdim. Tutmuş içinde ‘ülke olarak’ gibi kelimelerin bulunduğu toplumsal mesajlı cümleler kuruyorum. Pusuu, değiş oğlum.
Hazır nüfusun büyük çoğunluğunun uyuyor olmasıyla, araba kornalarından, bağırışlardan, çığırışlardan arınmış bir sabahı yakalamışken bir tur atayım dedim. Ağaçlarla konuştum, su birikintilerine selam verdim. Dünya çok güzel ama aynı zamanda da çok kötü. Çelişik bir yer.
Değişime doğayı severek başlayayım dedim. Sağa sola koşuşturdum, kendi kendime gülümseyip, ağaçlara sarıldım, çimlerde yuvarlandım. Sabah yürüyüşüne çıkmış altmış yaşlarında bir teyze geldi yanıma. ‘Merhabalar teyzeciğim. Hayat ne kadar güzel değil mi? Dışarıda durmaksızın gün doğuyor ve bahar geliyor hafiften. Ama bahar gülümsüyor henüz. Arada da hüznünü bırakıyor üzerimize, ağlıyor biraz. Hep bizim yüzümüzden. Çok kirlettik dünyayı, hırpaladık. Fakat geç kalmış değiliz. Şimdi başlayabiliriz bir şeyleri değiştirmeye. Bunu birlikte yapabiliriz’ dedim teyzeye.
‘Hadi oradan manyak kızan, git başından, şemsiyenin sapını indiririm kafana’ dedi. ‘Küresel ısınma bizim yüzümüzden oldu. Bunu dünyaya yapmaya hakkımız yok. Tabi senin şunun şurasında üç beş senen kaldı. Benim yaşayacak uzun yıllarım var. Çocuklarım olacak benim. Baba dünyayı neden bu hale getirdiniz dediklerinde ben cevap vermek zorunda kalacağım. Sana göre hava hoş. Bugün varsın yarın yoksun. Bencil olma teyze. Dünyayı birlikte kurtarabiliriz. El atsan ölür müsün?’ dedim. ‘Oğlum sen sapık mısın? Nereden çıktın sabahın bu saatinde karşıma. Torunlarım var benim evde. Al bütün param bu. Bırak gideyim yavrum’ dedi. ‘Teyzeciğim siz beni yanlış anladınız. Benim derdim değişim. İlk önce kendimden başladım. Sizi gördüm sonrasında. Sizi de bu değişime davet ettim. Sonra siz de birilerini davet edecektiniz. Böylelikle daha yaşanabilir, mutlu bir dünya oluşturacaktık. Her şey para mı yaa…’ deyip uzaklaştım teyzenin yanından.
Baktım toplu değişim olacak gibi değil, en iyisi kendim değişip, kendim mutlu olayım dedim. Oysa ben hepimizin içinde olduğu bir şey planlamıştım. Topluca mutlu olacaktık ama olmadı. Umudumu kaybetmedim. Her şeye rağmen mutluyum hala. Mutluluğum daha da artsın diye bakkala gidip çikolata aldım. Sonra bira dolabını gördüm. Dayanamadım, sekiz tane de bira aldım. Ağaçlarla konuştum, su birikintilerine selam verip, evime geldim. Çikolatamı yedim. Tadım kaçmıştı. Mutlu olamadım. Sonra ilk biramı açtım. Sonra ikinciyi açtığımı hatırlıyorum. Üçüncüyü falan… Sonuç olarak bir şeyleri değiştirme fikrimi değiştirmeye karar verdim. Teyze de haklıydı, dünya da. Ama en çok ben haklı oluyordum; kafam iyi olduğunda.