Bizim hiç tartışabileceğimiz, soru sorabileceğimiz mahalle ağabeylerimiz olmadı. Düşe kalka öğrendik hayatı. Televizyon karşısında, bilgisayar - atari başında harcadık zamanımızı. Önce lise için sınavlara girdik. Ardından ‘Tüm bildiğinizi unutun’ dediler, bir daha çalışmaya başladık. Lisede beden eğitimi dersleri yerine, eşofmanlarla test çözdüğümüzü bugün gibi hatırlarım.
Ardından ‘Hedefiniz üniversite, uygun adım ileri’ dediler. Bizi ‘Hipodrom’daki koşucu at’ lara benzeten jokey öğretmenlerimiz bile oldu. ‘Üniversite lise gibi değil’ dediler, geldik üniversiteye...
Üniversitenin liseden tek farkı serbest kıyafetin tam da tadına varıyorduk, ilkokullar da bize benzedi.
Test sorularıyla biçimlendik. Hayatı seçeneklere indirgeyip arasından tek doğruyu seçmeye çalıştık. Mezun olunca bir de gördük ki, bizim jokeyler de hayatın dışında...
Siyah beyaz film gibi yani...
Kısa yoldan para kazanmanın metotlarını ararken; çalışarak üretme gerçeğini gözden kaçırdık.
Not endeksli başarı değerlendirmesi, maalesef jokeyleri öğrenim süresi boyunca haklı gösterdi. Hayatın, okuldaki notlara göre düzenlenmediği gerçeği ile diploma sonrası iş ararken geçirilen aylar - yıllarda yüzleştik.
‘Okulu bitir, diplomanı al yeter! Öğrendiklerin nasılsa okul sonrası pek işine yaramayacak’ değerlendirmesi ise insanın canını acıtmaya yetti.
Yaşadığı çevreye yabancı, bilimsel bir tek makale yazmamış, araştırma yapmamış öğretim görevlilerinden ders dinledik.
Sözün özü; üniversite sayılarını artırmak yerine, meslek liseleri ve meslek yüksek okullarına ilgiyi artırmak gerekiyor. Biga’da üretim ve ticaretle ilgili her alanda kalifiye eleman eksikliğinden yakınıldığına her gün defalarca tanık oluyorum. İş var, ama o işi yapacak nitelikli çalışan yok. Ne kadar acı değil mi?
Jokeylere ithaf olunur...!