Müzik öğretmenimizin o konuşmasından sonra, vücudumdaki değişimleri takip etmeye başladım. İlk koltuk altımda kıllar çıkmaya başladı. Ardından, adını veremeyeceğim yerimde, göğsümde, kollarımda, bacaklarımda, ayak parmaklarımın üzerinde, derken avuç içim hariç her bir tarafım fazlaca kıllandı. Beden eğitimi derslerinde soyunurken, sınıftakilerle birbirimize koltuk altlarımızı, bacaklarımızı gösterdiğimiz günler, az buçuk kafamda canlanıyor.
Koltuk altında bir tane de olsa kıl çıkmış biri, kılı çıkmayanların gözünde ne de farklı olurdu. O bir tane olan kıl, belki de yalnızlıktan öyle bir uzardı ki, o uzadıkça sahibi daha bir böbürlenir, o bir tane kılı dahi olmayan ise yerin dibine girerdi. Belki de o tek başına takılan kılın bu kadar uzayıp gitmesinin sebebi, kıldan tüyden sebepler sözünü doğrulamak içindir. (Neyse, o tek başına uzayıp giden kıl’a cevap hakkı doğacak şimdi. Tabi yayına bağlanmak isterse, bize her zaman ulaşabilir.)
Sanki kıllanan her bir bölge, beraberinde yepyeni sorumluluklar getiriyordu. Kıllanma bir bakıma olgunlaşma gibi bir şeydi. Kıllandıkça daha önemli kararlar vermem bekleniyordu. Hiçbir zaman doktor, öğretmen falan olmak gibi hayallerim olmamıştı ama vidanjörcülük düşlerimden de yavaştan vazgeçiyordum. Daha doğrusu vazgeçmem gerekiyordu.
Büyümek, kıllanmak ve giderek gerçekçi olmaktı. Kokmaktı.