Masalların Ardında
Geleneğimizde var, masalları seviyoruz.
İtiraf etmeliyim ki, beklemediğim biçimde en büyük ilgiyi Feramuz masalı gördü. Telefonla arayan, yolda önümü kesip “Kim bu Feramuz?” diye soran...
İnsan bilmediği bir şeyi sorar. Bilmediği bir şeyi sorabilmesi için de, onunla ilgili bir şeyleri biliyor olması gerekir. Demem o ki; soruyu soranlar aslında kendi bildiklerini sandığı şeyi, bana onaylatmak için soruyorlar.
Oysa ben masal yazmıştım.
Masalların gerçekleği kişileriyle değil, mesajlarıyla değerlendirilir.
İnsanın mesleği yazıyla haşır neşir bir iş olunca, yazdıklarının geri bildirimi, geri bildirimlerin insanı yeni açılımlara yöneltmesi mutluluk verici oluyor. Tepkiler, o tepkilerin yeni düşün ürünleri ortaya çıkarması...
Yazarın verimliliği de bu olsa gerek.
Gelelim Feramuz’a...
Feramuzlar Anadolu kasabalarında bir tane değil, üç beş tane de değil gibi...
Tarımdan ticarete, sanayi veya hizmetler sektörüne geçiş, köyden kente eğrelti geçiş; doğal olarak Feramuzlar üretiyor.
Çiftçi veya tarım işçisiyken, sanayi işçiliğine geçiş...
Çiftçi veya tarım işçisiyken, esnaflığa geçiş.
Çiftçi veya tarım işçisiyken, sanatkarlığa geçiş.
Çiftçi veya tarım işçisiyken, serbest meslek erbablığına geçiş...
Çiftçi veya tarım işçisiyken, devlet memurluğuna geçiş...
Hatta çiftçi veya tarım işçisiyken, işadamlığına geçiş.
Köyden, tarladan, damdan kurtulmak öyle beş on yılda gerçekleşmiyor.
Feramuz’un kentte palazlanıp her işe maydonoz olmasıyla dalga geçen Mücahit aga da bu gerçeği biliyor, bilmese de tam göbeğinde yaşıyor.
Geçen hafta BİGAZETE manşetinde “S” plaka sahibi servis araçları sürücülerinin “Ekmek Kavgası” haberi vardı. Köy ve beldelerden Biga ilçe merkezine hat plakalı düzenli yolcu taşıyan dolmuşlar, servisçilerin ekmeğini bölüşüyordu ve arkadaşlarımız bu tartışmayı görüntüleri ile yayınladılar.
Haber yayınlandıktan sonra, hatlı dolmuşçuların aynı zamanda birer çiftçi oldukları mesajları geldi.
Hala çiftçiydiler ve taşıdıkları tarım işçilerini kendi tarlalarında biber çapalasın, çeltiği saran otları temizlesin diye çalıştırıyorlardı.
Yasayı çiğneyenler, aynı anda hem şoför esnafıydılar ve hem de çiftçi!
Çeltik eken işadamı, avukat, memur, işçi Biga’da çok var. Besicilik yapanların ise etiketleri arasında yok yok! Örneğin devlet dairesinde memur, müdür vs.
Ekonomideki yapısal dönüşüm sürecinde bunları doğal karşılamak gerekiyor.
Kafa yorulması gereken bundan sonrası...
Türkiye gibi ülkelerde sermaye piyasası sağlıklı gelişmeyince, köyü terkeden insanlar sahip oldukları veya yeni elde ettikleri değerleri, kendileri değerlendirmekte ısrar ediyorlar. Sağlıklı, ahlaklı, verimli bir sermaye piyasası hala kurulabilmiş değil.
Köyü ve tarımsal üretimi terketmeyen bu tür insanlar, kentteki etiketini taşıdıkları işleri sağlıklı, doğru ve verimli biçimde yapabiliyorlar mı?
Tartışılması gereken budur.
İşadamlığa geçeni anlarım; ama memur, işçi, esnaf ve sanatkarlığa geçenleri tartışmalıyız. Ya etiketini taşıdıkları işleri ihmal ediyorlar ya da tarımsal faaliyetlerinde sürekli zarar ediyorlar diye düşünüyorum.
Kredi borçları, ödenemeyen borçlar ve ardından gelen hacizler, cezaevleri ne ola ki?
Girişimcilik yetenek olduğu kadar bilgi ve ahlak gerektiriyor. Küçük değer sahipleri, haklı olarak girişimcilere güvenemiyor. Girişimciler, küçük değerleri toplayıp verimli kullanmayı ve ahlaki paylaştırmayı, sayısız örnekte görebileceğimiz gibi beceremediler.
Menkul kıymetler borsamız yabancı sıcak paracıların kumarhanesi gibi çalışıyor.
Devlet tahvilleri, bonolar yalnızca piyasa düzenleyicileri ile Hazine arasında dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde.
Çok ortaklı yapılar denendi; bir süre sonra girişimciler büyük patron, küçük yatırımcılar çırak çıktı. Hatta “Almancılar” a yapıldığı gibi Cennet’te yaşama düşleri sunulurken Cehennem’i yaşatanları gördük.
Bugün artık iki küçük veya orta ölçekli sermaye sahibi bile ortak olmakta sıkıntılı.
İnsanın insana güveni yok!
Bunları siz de biliyorsunuz ama ben bu yazımda, konunun tartışılmasını istediğim yönüne odaklandım.
Köyden kente gelip esnaf olanlar, esnaflık yapısını hızla değiştiriyor. Dolmuşlarda esnaftan çok, işçi şoförler var. Dükkanlarda esnaftan çok, işçi tezgahtarlar var.
Yerim sınırlı ve ben bundan sonrasını okuyucularım örnekleyebilir diyorum.
Kalite, verimlilik, başarı, gelişme, büyüme... Türkiye için hayli uzak bir vizyon!