Bağışla beni eğitimci Emin Ali Mollaoğlu.

“Sınıf sendikacılığı bu mu? Bu ne pasif sendikacılık?” diye kaç yıldır sana adeta hesap sorduğum için, utanç içindeyim.

Meğer ne zormuş eğitimci olup ‘sendikacı’ kimliği taşımak. Meğer ne kadar riskliymiş Eğitim-Sen Biga Temsilcisi olmak.

Gündüzler çuvala girmişti, bir gece yarısı uyandırdılar... Eşin ve iki küçük çocuğunun şaşkın ve ürkek bakışları altında...

Cumhuriyet’in savcısı talep etti, bağımsız yargıç tutukladı.

Biz de seyrettik....

Neydi suçun? Ne yapmıştın?

Bilemedik, öğrenemedik...

Duyduk ki...

Devlet aportta bekliyormuş, maaşını anında kesmiş. Ve iki gün sonra öğrendik ki, geride bıraktığın ailen, ekonomik sıkıntıya düşecek diye, meslektaşların yardım kampanyası düzenlemişler.

Vicdanlarını rahatlatmış olmalılar!

Oysa sendikan, üç kuruşluk maaşının aportta bekleyen devletin kestiği kadarını verebilir, vermelidir, sordum verecekler de...

Sendikanın, sendikalaşmanın ne anlama geldiğini unutmuş, -utanarak diyeyim- öğrenmemiş öğretmenler sardı her yanı.

Ve yine utanarak sordum:

-Diğer eğitim sendikalarından en azından merak edip arayan olmadı mı?

Dediler:

Yok!

Biga’da bunca sivil toplum örgütlerinden arayan soran...?

Dediler:

-Yok!

Yaşarken nefret kusar, cenazelerde timsah gözyaşı döker, ağlarız ya biz...

Cenazelerden kaçıyorum artık.

Seninle aynı siyasal düşüncede olduğumu sanmıyorum Emin Ali Mollaoğlu.

Ama, terör denen insanlık dışılıkla ilgin olmayacağına da, senin adın gibi eminim.

Dostum, arkadaşım da değildin Emin Ali Mollaoğlu, karşılıklı belki bir iki çay içmişliğimiz vardı, o kadar...

Ama senin, Şehit Hamdibey’in adını taşıyan ve -üzgünüm ama- işsiz üreten ticaret meslek lisesinde eğitim diye çırpınan bir eğitimci; ayaklarımın geri geri gittiği doğduğum Karabiga’yı mesken tutmuş bir Karadenizli olduğunu biliyorum.

Babamın oğlu değilsin Mollaoğlu.

Belli ki, bir molla oğlusun.

Keşke melle oğlu olsaydın.

Şimdi onlar revaçta.

Şimdi onlar hit!

Şimdi onlar in!

Şimdi onlar trend!...

Tutuklanırken, hazır Bursa’daydın, bari İmralı’ya gitmek istediğini söyleseydin. Kimbilir, TBMM’ye bile kravatsız girerken, seni kravat takarak ziyarete gelirdik.

Şöyle askeri bota demokrasi havarisi gibi biner, açılım gibi denize açılırdık.

Başbakan ekranlara çıkar, “Melle oğlu ile görüşmeler sürüyor” der ve biz de istikrarlı ve ileri demokrasiden huzur duyardık.

Dönüşünde, yalnızca öğrencilerin kaybetmiş olurdu. Çünkü... Tayinin behemahal Biga Medresesi’ne yapılır, ulema-i demokrasi fahri doktoru olurdun.

Şimdi neredesin, bilmiyorum.

Mektup yazıyorsan, köşem hazır, ama ana dilde yaz ki, Osmanlıca’ya, Kürtçe’ye tercüme etmek zorunda kalmayalım.

Tahmin ediyorum, kendin için değil, geride bıraktıkların için kaygılanıyorsundur.

Bizi merak etme, sıra zaten eli silah tutmamışlarda. Dağdaki ile masaya oturulunca, bağban üzüm yiyecek değil ya...

Üzüntüm o ki...

Çağdaşlıktan öç alınan Kandil konmuş bir masaya, masa örtüsü yapıldığındır.

Diyalektik öğretti ki...

Yemekler yendikten sonra, komiler gelecek ve önce masanın üzerindekileri sonra da masanın örtüsünü kaldıracak.

Ve masa ortalıkta kala kalacak....


banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981