Biraz düşününce ne kadar boş geliyor her şey. Bir şeyler tıkırdatıp çalışırken, dev bir asteroit dünyaya yaklaşıyor ve BOMM…
Hemen Woody Allen geliyor aklıma… Nihilizm… Dünyada hiçbir şeyin anlamı ve önemi olmadığını savunan görüş. geleneksel değerlerin, inançların, yaşamın, kısacası evrende olup biten bütün olayların aslında hiçbir nesnel temeli olmadığını, varoluşun anlamsızlığını ve yararsızlığını savunan görüş.
Woody Allen'a 11 Eylül’ü sormuşlar. Demiş ki:
“Dünya tarihi hep aynı: O beni öldürüyor, ben onu öldürüyorum. Sadece farklı malzemeler ve farklı oyuncular var. Ne olmuş, 11 Eylül'de bazı fanatikler bazı Amerikalıları öldürmüş. Şimdi de, bazı Amerikalılar bazı Iraklıları öldürüyor. Ben çocukken de, bazı Naziler Musevileri katlediyordu. Şimdi de bazı Museviler ile bazı Filistinliler birbirlerini boğazlayıp duruyorlar. Bütün bunlar siyasi. Binlerce yıl geriye gitsen de hepsi fani, önemi yok. Tarih tekrar edip duruyor.”
Ne yazık ki bu dünyadayız hala… Aynı meseleler üzerine kafa yorup duruyoruz. Maalesef iyi bir şey yok.
İktidar işbaşına geldiğinde Türkiye'deki ilk ve orta öğretimdeki okul sayısı 32 bin 133'müş. Bugün 27 azalmayla 32 bin 106'ya düşmüş. 2002'de 1.114 hastane varmış, 339 hastane daha yapılmış, 1.453'e çıkmış.
Cami sayısına bakalım. On yıl önce 75 bin 941 cami varmış, 14 bin 59 cami daha yapılmış, 93 bine çıkmış.
On yılda doktor sayısı 15 bin, imam sayısı ise 53 bin artmış. Ülkemizde 73 bin 382 doktor buna karşılık 128 bin imam var.
Camiye, imama karşı olduğumuz anlaşılmasın ama doktorlara, öğretmenlere, mühendislere ihtiyaç var.
Farkındaysanız, son 10 yılda cepte azalan paradan, sofrada eksilen ekmekten de hiç söz etmedim.
İçimi acıtan bir başka mevzu da Profesör Fatih Hilmioğlu'nun durumu… Nedir böylesine zulmün nedeni?
Zülfü Livaneli'den aktarıyorum:
“Karaciğer kanserine yakalanmış ve hastane koşullarında tedavi edilmesi imkânsız olan bir bilim adamını, dört yıl hücrede yatırmak yetmiyormuş gibi, hâlâ hapiste tutma ısrarının sebebi ne?
Gencecik oğlunu toprağa verdiği gün eşiyle aynı arabaya bile bindirilmeme, hiç olmazsa o yas gecesini kendi evinde geçirmesine izin verilmeyip Sincan Cezaevi'ne kapatılma insafsızlığı hangi vicdana sığar?
Eline silah alıp yol mu kesmiş, gizli örgüt mü kurmuş, canlı bomba mı yetiştirmiş, faili meçhul cinayet mi işlemiş, otelde aydın mı yakmış, domuz bağıyla adam öldürüp toprağa mı gömmüş?” (Vatan, 15 Şubat)
Gerçi son duruşmada Adli Tıp'a sevk ettiler ama o da cezaevinde ölüp kalmasın diye... İçerde ölürse, faili belli bir cinayete hep beraber tanıklık edecektik.
Ne acı… Bir insan hayatı için bunları yazmak…
Tepedekiler, hazzetmediklerini, susturmak istediklerini zindana tıkarlar, öldürürler… Yüzyıllarca yıldır bu işler böyledir… Belki de bize yapacak tek şey kalıyor: İyi insanlar olmak…
Bir öykü kitabı ve bir şiirden alıntıyla bitireyim…
“Benim dünyada tattığım en büyük lezzet insanlıktır. Her zaman olduğu gibi şimdi de yaşıyor olmanın değil, insan olmanın zevkini çıkarıyorum. (Efrasiyab'ın Hikayeleri - İhsan Oktay Anar)
Edip Cansever'in “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” adlı uzun şiirinden bir bölüm…
Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka