Kendimi “Atatürkçü” diye tanımlarım. Bu ‘sarı saç, mavi göz’ sempatimden değil, yurttaşı olmaktan gurur duyduğum ülkemin özgürlük ve bağımsızlığını kuran önderimi anladığımı ve benimsediğimi ifade içindir.
Küresel yapıyı ‘üretim araçları mülkiyeti’ ve ‘sınıfl temelinde’ değerlendiren Karl Marx’ı doğru ve adil bulurum.
Che Guevara’nın enternasyonal yaklaşımı hala beni heyecanlandırır. Irk, din, dil, renk gibi bölen ve çatıştıranlar değil, ‘insan’ hatta ‘canlı’ kimliğini kendime yakıştırırım.
Benim gibi düşünmeyenlerle birlikte çalışmayı daha verimli bulurum, örneğin. Hatta itiraf edeyim; benzer düşünceye sahip olduklarımla iş yaptığım da enderdir.
İnsanın sonsuz kimlik zenginliği içinde bir veya bir kaç öne çıkmış kimliği ile tanımlanmasını, gericilik olarak görürüm.
Örneğin, meslek gereği öyle fahişeler tanırım, namus bekçilerine ahlak öğretir.
Kişilere tapınmamak gerekir. İnanmak bir ihtiyaçtır ve Allah zaten vardır.
Yazımın başlığı, öncelikle beni tedirgin ettiği için bir tür itirafla konuya girdim.
Ülkemin geleceğini güvence altına alacak çaplı liderliği 35 yıllık seçmenliğimde ilk kez Kemal Derviş ile yakaladığımı sanmıştım. Bana ‘Kemal Dervişçi” dense gocunmaz, oy vermek ne ki, seçilmesi için çabalardım.
Ülkemin, on yılı aşkın ekonomik krizlere direnebilmesi stratejisini hazırlayan adamı, önce benim gibi düşündüğünü söyleyenler aforoz etti. Neyse ki muhafazakarlar onun projesini beceriksizce de olsa sahiplendi de, kör topal bugünlere geldik.
Şimdiye dek seçim sandıklarına verdiğim tüm oyların ‘kerhen’ olduğunu yakınlarım bilirler. Seçmenliğimde ikinci kez bir kişiye, Umut Oran’a “bana oy ver” demese bile gönül rahatlığı içinde oy veririm.
Hiç tanışmadım. Sahibi olduğu koca tekstil firmasını çalışanlarının yönetimine bıraktığında, Robert Owen Ütopyası ile benzerlik kurmuş ve hayranlık duymuştum.
Araştırmıştım. İngilizce iktisat mezunu, Koç Grubu’nda çalışmış. Genç yaşta taşrada konfeksiyon yatırımı yapmış, başarmış işçi sever bir işadamı. Dünya tekstilcilerinin başkanlığına kadar ulaşmış sivil toplumcu.
Kör ve kanser olan köpeğini yıllarca yaşatmak için gösterdiği çabayla sevdim.
Deniz Baykal’ın “az olsun benim olsun” yaklaşımına karşın CHP Genel Başkan adayı olunca, saygı duymaya başladım.
Bugün İstanbul Milletvekili ve CHP Genel Başkan Yardımcısı. Kurultay’da en yüksek üçüncü oyu alarak geldi bu konuma.
Birinin öne geçmesi için öndekinin kötü olması gerekmez, daha iyi olsun yeter. Böyle düşündüğüm için CHP Genel Başkanlığı için hiçbir tartışma yokken veya Kılıçdaroğlu yerine Deniz Baykal pompalanıyorken ben de Umut Oran diye not düşüyorum.
Anadolu Ajansı Genel Müdürü’nün, çalışanlarından beklentisini “Bisiklet sürerken bir elinde kitap okumasını, bir elinde de telefonuyla tweet atmasını ve tabii ki düşmemesini bekliyorum’ diye açıklaması üzerine, bir soru önergesi verdi. Umut Oran’ın “Anadolu Ajansı’nın bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı olarak siz de AA yönetim kademesinden benzer beklentilere sahip misiniz?” sorusuna Bülent Arınç nasıl yanıtladı dersiniz?
İlkokul diplomasına ‘Basın Kartı’ veren Hükümet’in, 2 aylık kursla ‘gazeteci’ üretip işe alan genel müdürünün, bana mehter yürüyüşünü anımsatan şu bilgi notu ile:
“ 'Bisiklet sürerken elinde kitap okuyan ve telefonundan tweet atan ve tabii ki düşmeden çalışan' sözü söylenirken anlatılmak istenen, yeni nesil gazeteciliğinde, çalışanların sahip olması gereken özelliklerdir."
Yurdumda hala umut veren nitelikli siyasetçiler var. Gerçekten umutluyum...