Üniversitede taşeron ne iş?
İl merkezinde öğrenci-emekli (işlevsel olarak tüketici) ağırlığı, çalışma yaşamında hizmet işçiliğini öncelikli karakter yapıyor. Eceabat, Gökçeada, Bozcaada ve Ayvacık ilçeleri de benzer yapıda.
Biga, Çan ve yakın gelecekte Gelibolu, Yenice, Bayramiç ve Ezine’de durum farklı... Sanayi işçiliği egemen, hizmet işçiliği etkili bir yapı. Tarımsal üretimde aile çiftçiliği zayıflıyor, işletmeler ve tarım işçiliği dönemine giriliyor.
Alevlenen tartışmalardan “ÇOMÜ’de Taşeron İşçiliği” bu zeminde değerlendirilmeli düşüncesindeyim.
ÇOMÜ’de yaşanan taşeron işçiliği “çıkmaz” ına popülist söylemler ve önyargılarla değil, “çıkılabilir” temelde yaklaşmak gerekiyor.
ÇOMÜ bir bilim kurumu ve öyle davranmalı. En şanslı yönü, son iki rektörün de İktisadi İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi oluşudur. Her iki rektörden beklenen, üniversitede bilimsel anlayışla kurumlaşmadır.
Bu yönde çalışmış olsalardı, şimdiye dek organizasyon planı-kalite sistemi-iş planı gibi yazılı belgeler zemininde tartışabilirdik.
Bu iki rektör, Çanakkale’nin en çok okunan üç yayın kurumundan biri olan Bigazete (Aksini iddia edenle, yasal kayıtları eş zamanlı paylaşmaya hazırız.) ile hiç muhatap olmadı. Size şaşırtıcı gelebilir, ama bize komik geliyor. Trajik yönü ise rektörlerin kendilerini ilgilendiriyor.
Kurumlaşmaya bilim namusu ile yaklaşılsaydı, taşeron işçiliğinin ÇOMÜ yerleşkelerinde yeri olmazdı.
Firma sermayesi “maddi değerler”dir. İnsan, sermaye değerleri içinde yer almaz. İşçilikten başka bir şeyi olmayan taşeron firmalar, en azından üniversitlerde iş tutamazdı.
Organizasyon şeması belirlenmiş bir üniversite, hizmet işçiliği kadrolarını nicel ve nitel yapısıyla belirler, iş planlarında dönemlere göre değişimini hazırlar. ÇOMÜ bütçesini TBMM belirliyor ve Maliye Bakanlığı da buna göre kadro açıyor.
Bu durum bazı kamu kurumları için yakınma sebebi olabilir, ancak bilim kurumları için asla! Üstelik, yakınana yön vermek de onların işleridir. Hatta TBMM’nin “hukuk yapma” sına bilim katmak üniversitelerin görevidir.
Dünya Üniversiteler Ligi’nde yeri bulunmayan, Türkiye’deki yeri, yerlerde duran ÇOMÜ’nün, neden mühendis veya hekim rektörü yok diye hayıflanmamak gerek. Böyle giderse de, matematik kökenli bir rektörü hiç olamayacak.
Rektörün biri; kadrolu işçi gerektiren işleri, süreli taşeron aracılığı yaptırıyor. Hukuk diliyle muvazaalı...
Diğeri geliyor, bir kurcalıyor... Pabuç pahalı, muvazaaya devam!
Bekleyelim tablo ayniyle vaki olacak. Bu arada, doğrudan sözleşmeli personel alma yolunun da bir bilim kurumu için “ayıplı işlem” olduğunu kayda geçireyim. Akademisyenler içinde bu ayıplı işlem uygulanıyor.
Küresel sistem, çalışanların da her iş kolunda tek sendikada toplanmasını kaçınılmaz kılıyor. Sendika sayısı arttıkça, yutulmaları çok kolay oluyor. Kendi gibi olanla uzlaşamayan işçi, iş pazarında zabıtanın bir tekmesiyle devrilebilen tezgah açmış demektir.
Kamunun iş kurumu var, KPSS’si var, personel yasası var...
Çalışanlar tek çatıda toplandığında, hak arama-koruma-geliştirme kadar, istihdam ve meslek eğitiminde de güç elde eder. Bilim kurumları ile birlikte, “işçilik” denilene “meslek” denilen nitelik kazandırılır. Mesleklerin ve meslek üyelerinin yasalarla korunup, kollanması ve geliştirilmesinin önü açılır. Geleceğe yönelik iş planları yapılırken, sağlanmasında güçlük çekilecek mesleklerle ilgili insan kaynağı üretmede, sendikalar etkin olur.
Bugün, örneğin İçdaş’ın çelik ve enerji iş kolunda nitelikli işgücü yaratmak için gösterdiği olağandışı çabaya gerek bile kalmaz. Öyle ya... Sendikadan korkmayan, aksine sendikalı işçi tercih eden duruşu var. (İşveren sendikası MESS üyesi. MESS ise özel sektörde sendikalı işçiyi muhatap alan son kale. Geçmişte çok hırpaladık, hakkını teslim edelim.)
Çanakkale’de en çok üyesi bulunan sendika T. Metal. Şube Başkanı da boşuna Türk-İş’in il temsilcisi değil! İkinci büyük sendika Tes-İş de yine İçdaş Enerji ile ilimizde yakında var olacak. Küresel ekonomik düzende sendikacılık yapabilme becerileri ise henüz kaybolmuş değil.
Yerim sınırlı dedim ya...
Çanakkale il merkezinde tartışmaların “senin kaşın kara, ötekinin gözü ela...” temelinde yaşanması, bizim gibi “taşralı” gazetecileri hiç etkilemez. İlçelerde kendimize “yerel gazete” dedikçe, ayak takımından devşirmelerin “biz ulusal gazeteciyiz” acınasılığına alıştık. En azından iletişim fakültesi soluklamış, Bab-ı Ali’yi de Bab-ı Plaza’yı da “temiz kaşar” olarak tekaütlemişiz. Fani olmadan doğduğumuz yerlere de bir faidemiz dokunsun esnekliğindeyiz diye çekip germeyin ama... Son dakikada topu köşeye atıp maç bitirmeyi de biliriz. Hele seyirciyi “Sahaya ineriz...” noktasına hiç getirmeyin. ÇOMÜ de iletişim fakültesine el attı, bakarsınız emekli bile olamamışsınız...