"Çocuk dediğin düşe kalka büyür" derler ya hani gerçekten de doğrudur. Düşmeden kalkamaz insanoğlu, kalkması için düşmesi lazım gelir. En güçlü karakterler, hayatın zor koşullarının parkurlarını aşmış ve bitişte madalyayı hak etmiş şahsiyetlerdir.
Bazen geriye döner, çocukluğumdan bu zamana, doğrusuyla yanlışıyla yaşadıklarımı tartarım ve benim ben olmamda neyin en etkili olduğunu keşfederim. İş de o zaman derim ki "iyi ki çocukken bunu yaşamışım." Her yenilgi biraz daha örselemiştir beni, tıpkı damlayan bir suyun taşı aşındırdığı gibi. En kuvvetli ya da en yüksekten taşa vuran su taneleri, daha bir iz bırakır kaya üzerinde, tıpkı hayattaki düşüşlerim gibi. Ve her iz, en büyük tecrübedir benim için. Hayat yolundaki güzergahımı belirleyen kırmızı işaretlerdir. Bu işaretler beni en doğru yere götürür.
Bir kayanın zirvelerden yuvarlanması gibi, elbette ki altüst olduğum zamanlar olmuştur. Eğer can vermediysem kalkışım her zaman daha sağlam olmuştur. En azından aynı yerden düşmemeyi öğrenirim. Öyle ki beni yerle bir eden durumları göz ardı etmem, kendi bitişimi izleme azabını tattırmam nefsime. Düşüşlerim kimi alçak kimi yüksek yerden olur.
Ha şu da var ki kimileri için artık yerinden kalkamaz, bu son vuruş dedikleri anlar, benim heyecanla “işte tam zamanı şimdi,” dediğim vakitler olmuştur. Ve toprakla hemhal olduğum her an, merdivenleri bir basamak daha çıkışıma vesile olup, yükselişime şahitlik etmiştir. Kiminin zirvesi, kimine göre belki de yerin dibidir aslında. Etrafımda yerin dibinde olup, kendini zirvede zannedenlerde yok değil, ne var ki kendisini toprakla bir görüp, o zirvelerde yaşayanlar yok mu? İşte bu şahsiyetler her zaman örneğim olmuştur benim. Çünkü toprak size bir kucağını açarsa, hiçbir düşüş sizi yerle bir edemez ve siz toprağın bağrındayken, aslında kalkışınızın en idealini yaşarsınız.