Yunus Suresi şöyle diyor:
“...Diyelim, gemidesiniz: Gemiler, içindekileri latîf bir rüzgârla götürüyorlar. İçerdekiler ferah ve sevinç duymaktalar. Birden korkunç bir kasırga geliverdi. Her taraftan dalgalar üzerlerine çullandı. Çepeçevre kuşatıldıklarını düşünüp dini yalnız Allah’a özgüleyerek duaya koyuldular: ‘Eğer bizi şu durumdan kurtarırsan, yemin olsun, sana şükredenlerden olacağız.’
Ama Allah onları kurtarınca, hiç vakit geçirmeden yeryüzünde haksızlığa sapıp azgınlaşırlar. Ey insanlar! Şu iğreti hayatın menfaati için yaptığınız azgınlık ve taşkınlık yalnız sizin aleyhinizedir. Bir süre sonra bize döndürüleceksiniz ve yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.
Şu iğreti hayatın durumu gökten indirdiğimiz bir suya benzer: İnsanların ve davarların yedikleri yeryüzü bitkisi onunla karışmıştır. Nihayet toprak, takılarını kuşanmış, süslenmiştir. Toprağın sahipleri onun üzerinde Kadir olduklarını sanmaktadırlar. Tam bu sırada emrimiz ona gece veya gündüz ulaşmıştır. Ve onu, sanki dün yerinde yokmuş gibi biçip atmışızdır. Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz...”
Türkiye’de iktidarı analiz etmeye niyetlendiğimde aklıma geldi, Yunus Suresi.
Öyle açık anlatıyor ki, 22-23-24. ayetlerini paylaşmak yeter de artar bile.
Muhalefet etme görevinde, biz gazeteciler maalesef siyasetçilerin önüne geçiriliyoruz. Burası Türkiye işte...
Muhalefet denince Nur Suresi aklıma geldi. Sanırım Kur’an’da muhalefet yaklaşık anlamda orada var. Emin olmak için baktım, 63. ayet. Hemen üzerinde 61. ayeti paylaşayım istedim.
Anlaşılsın diye:
“Köre güçlük yoktur; topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. Sizin için de gerek kendi evlerinizden gerekse şu kişilerin evlerinden yemek yemenizde bir sakınca yoktur:
Babalarınızın evleri yahut annelerinizin evleri yahut erkek kardeşlerinizin evleri yahut kız kardeşlerinizin evleri yahut amcalarınızın evleri yahut halalarınızın evleri yahut teyzelerinizin evleri yahut anahtarı size teslim edilmiş olan evler yahut arkadaşlarınızın evleri. Hep birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur. Evlere girdiğinizde, Allah katından bir esenlik, bir bereketlilik, bir temizlik dileği olarak kendinize de selam verin. Allah size ayetleri işte böyle ayan-beyan bildiriyor ki, aklınızı çalıştırabilesiniz.”
Diyeceksiniz ki... “Hayrola? Artık gündemle ilgili her konuda Kur’anı mı referans almaya başladın?”
Böylesi açıkça yazmasam da, özenli okurlarım bilirler. Referansı İslam olan iktidarın “Yüzde 50 arkamda” diyerek sürdürdüğü icraatlarını irdelerken, benim de referansımın Kur’an olması çok
doğal.
Siyasal dincilik, siyasal mezhepçilik ve hatta dar hizipçilik; artık herkesi birbirine ötekileştirdi, korku devleti üretti. Gerçekleri anlatmak için çoğunluğun anladığı dilden yazmak gerekiyor.
Bir gazeteci için bundan daha uygun bir yol kalmadı.
Bilimsel açıdan iktidarın iflas ettiği açıkça ortaya konsa bile, halk bilimden o denli uzaklaştırıldı ki...
Ne yazsan yüzde 50 tınmıyor.
İktidarın halka karşı olduğunu belgeleyen o kadar belgesel, magazinsel, filimsel örnekler var ki...
Yüzde 50 gördüğünü photoshop, duyduğunu remix sanıyor. Oralı bile değil.
Madem ki inançlı bu yüzde 50’miz, madem ki inancı sonuçta İslam. Referansı da Kur’an olmalı.
Gazeteci, muhalefet siyasetçisi değildir. Bugünün muhalefet siyasetçisi, yarının iktidar siyasetçisidir. Oysa gazeteci siyasetin izleyici, gözleyici, araştırıcı, belgeleyici ve doğal olarak değerlendiricisidir.
Bu nedenle hep muhalif görünür.
Gazeteci için iktidar ile muhalefet arasında fark, ilkinin gücü geçici süreyle elinde tutmasıdır. Bu nedenle muhalefet için saygın, değerli; iktidar için “batsın!” olur.
Oysa halkı etkileyen iktidar gücüdür, iktidar siyasetçisi değil. Gücü veren halk, bir de bakıyorsun emanetçisine tapıyor.
Demem o ki ey yüzde 50:
Allah, senin elinle verdiğini senin elinle geri alır!