Siyasal hukuk
Bir yazıya önceden başlık atmak, bir tür oto-sansür gibidir. Başlıktan sonra yazılanlar -ne yaparsanız yapın- başlığın çizdiği sınırlar içinde kalmaya mahkumdur.
Tıpkı siyasallaşan hukuk gibi. Tıpkı müridleşen cemaat erbabı gibi, tıpkı düşünceyle değil inançla partizan olmak gibi, tıpkı komutanını dinlemek zorunda olan asker gibi...
Sayıştay kökenli, hukukçu olmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın “statüko” kavramını üstüne basa basa söylemesiyle “Evet! İşte bu” dedim.
Ne diyor sayın Kılıç?
“Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları, artık halkı ikna edememektedir.”
Anayasa bir statükodur. Anayasa Mahkemesi de bir statüko. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da, 20 yıldır statükonun tam göbeğindedir.
Statüko, öyle olur olmaz tü kaka edilecek bir kavram da değildir. Hani şu çok abartılan “istikrar” kavramını besleyen durmuş-oturmuş yapıdır. Statüko olmadan devlet yönetilemez, icraat olmaz, hukuk olmaz.
Dün adam öldürene 5 yıl, bugün öldürene 1 yıl hapis verilmez. Dün devlet malını çalana 5 yıl hapis, bugün çalana “yürü gülüm, kim tutar seni” muhabbeti olmaz. İşin bir statükosu olur.
Hukuk bir statükodur. Siyasal iktidar için ele geçirilesi bir statüko. Ele geçirilince statüko değiştirilir, yeni bir statüko kurulur. Bu nedenle statüko karşıtları tarih boyunca “devrimci”, statükoyu savunanlar ise “muhafazakar” olarak tanımlanmışlardır.
“Muhafazakarım ve statükoya karşıyım” diyen ya cahildir, ya da içtenlikli değildir. Statüko değişirken en büyük yanılgı, devrimciler ve muhafazakarların koalisyon yapabileceğinin sanılmasıdır. Gördüklerimiz yalnızca, kendi çizgilerinden sapanların geçici koalisyonudur.
Bilimsel namusu olan hiçbir hukukçu, siyasetten bağımsız bir yargının olduğunu söyleyemez. Köleci toplumda nasıl efendilerin yargısı köleliği mübah saymışsa, nasıl ki iki kadının tanıklığını bir erkeğin tanıklığı kadar değerli saymamışlarsa...
Feodalizmde nasıl feodallerin kafa, kol kesen yargılaması varsa; nasıl ki haraç almak, ulufe dağıtmak gibi hukuksal işlemler varsa... Sanayi devrimi ve emperyalizm döneminde de küresel gücün kendine özgü bir hukuk sistemi oluşmuştur. “Parasal suça parasal ceza” gibi ucubelikler buna bir örnek değil midir? Paralı askerlik sermayenin iktidarının ürettiği hukuk değil midir?
Küresel güce bakınız. Para tüm Dünya’da dolaşabilir. Mallar, küresel güç nasıl ve ne kadar isterse o kadar dolaşabilir. İnsanlara gelince...
Emperyalist ülkelerin yurttaşları her yere girebilir, diğer ülkelerin insanları ise vizeye tabidir, onların apış araları yoklanmadan, banka cüzdanları, tapuları olmadan seyahat özgürlüğü bile yoktur. Siyasal hukuk böyledir!
Dernek kurmak isterseniz statüko sınırlar koymuştur. Soros fonlarından beslenecek oluşum yaparsanız, televizyonlara çıkar, bir de “aydın” kimliği ile ahkam kesersiniz. Cemaat kurar, cemaate girerseniz statüko sizin için bir kural belirlemediği için, “eğitimi bile ben çözdüm” diyebilirsiniz. Kayıt, adres yoktur. Hesap vermezsiniz.
Siz “yazılı hukuk kuralları, yani statüko var ve buna saygı göstermeliyiz” dediğinizde, “statükocu” olursunuz. Statükonun, yasaların izin verdiği sınırlarda, uygar ve şeffaf bir ortamda değişmesini savunuyor olmanız da bir anlam ifade etmez. Devrimci olduğunuzu bile artık anlatamaz hale gelirsiniz. Nasıl anlatacaksınız ki? O kavramı bile karşı devrimciler çoktan kirletmişlerdir.
Halk ikna edilmiş, çoğunluk ele geçirilmiş, iktidar eldedir. Yargı da iktidarın istediği şekle sokulunca...
Yok! “Dağa mı çıkalım? ” demem. Dağ daha huzurlu. Karşıdevrimci eşkiya kentte ve ofis basıyor. Bir kaç gün önce kendi gazetemde yaşadım. Fındık zekalarıyla, iki tetikçi göndererek korkutacaklarını sanıyorlar....
Düşüncelerimin yaşattığı sürece yaşarım. Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, hoş gelir, safa gelir.
Haşim Kılıç’a ve statükoya selam, devrimciliğe devam!