12 Eylül Darbe Anayasası’na yüzde 92 oy veren de, “Sivil Anayasa istiyoruz” diyerek kırk yamalı bu Anayasa’ya yüzde 99 karşı olan da aynı çoğunluk.
12 Eylül’e 12 Eylül’de “Hayır” diyen, bugün “darbe girişimcisi” sayılanlara haksızlık edildiğini düşünen benim gibiler ise istatistik değiştiremezler. Oslo’da masaya oturulup adam yerine konulanlardan bile daha küçük azınlığızdır biz.
Başka gezegenden geldiğimizi düşündüğüm olur çoğu kez..
Hoşlanmasak da farklıyızdır.
1960 Darbesi’ni değil, ama 1960'ın getirdiği 1961 Anayasası’nı özleriz mesela... Özgürlükler getirdiğini savunuruz. 1954 -1960 arasını faşizm dönemi diye algılarız.
12 Mart’ı acılarla anarız, biz bu küçücük cemaat olarak.
Köy Enstitülerini kutsarız. İnsanlığın bilim ve teknolojinin ayağına gitmesini değil, onların insanların ayağına getirtilmesini savunuruz. Bu nedenle beton yığını kentler yerine, köylerde gelişme olsun isteriz.
Sürü psikolojisi bizi etkilemez mesela.
İmam hatip liselerinin meslek lisesi olduğu çoğunlukça kabul edilirken, buna şaşarız. Gün gelir imam hatip ortaokulları açılır. Biz neden endüstri meslek, ticaret meslek, sağlık meslek ortaokulları açılmadığını sorarız.
Kasabanın en güzel yerine pazar kurulmaz, Pazarcı Esnafı diye bir kavram olamaz, esnaf dükkanındadır deriz. Köklü esnaflardan biri öfkeyle gazetemize gelir, “Bu gazeteyi toplatın.Ya da geliyoruz 500 kişi...” emri verir. Yüzlerce yıllık kasabamıza nereden ve ne zaman geldiğini bilmediğimiz bir kabadayı Esnaf Odası yöneticisi, kendi başkanının tanıklığında küfür eder, gazetemizi yırtıp kafamıza atar.
Dağdan gelip bağdakini kovmak desek, değil. Bağ zaten onun olmuştur vergisiz algısız. Kasabaya acırız.
Kulüp başkanı basın toplantısı yapar. Yönetimi yanındadır, teknik adamları masadadır. Futbolcu çıkar hepsini ezip geçer, bize saldırır. Kulübün kimin tarafından yönetildiğini bir türlü anlayamayız. Zaten saldırı da garabeti anlamadığımızı yazdığımız içindir.
Olaylarla ilgilendiğimizi sanırız, kurumları önemseriz, ama hep kişisel kavgamız olduğu inancı vardır. İktidarı muhalefeti hiçbir ekonomik, sosyal çıkarımız olmadığını bildikleri halde, yine de kişisel kavga verdiğimizi iddia eder. Özveri kavramı inandırıcılığını artık yitirmiş demek ki...
Köylüyü, işçiyi, sanatkarı, esnafı sevdiğimizi düşünürüz, onların bugünü ve geleceğine katkı vermeye çalışırız. Üstelik bunu güçlülerden aldığımız reklam ve abone faturaları katkısıyla yaptığımız bilinir.
Sanayi gelişmeden, madencilik olmadan tarım körelir dediğimizde, vahşi kapitalizm temsilcisi sanılırız.
Oysa iki asırdır o zaten yaşanmaktadır.
İki yıl önce Kanatlı At Bigalıdır, Festivalin logosu yapalım dedik. Karşımıza Parion’dan devşirme azgın bir Boğa çıkardılar, hakaretler ettiler.
İki yıl sonra belediyenin hizmet dergisinde bir de baktık ki Kanatlı At derginin tepesine konmuş.
Anlaşılan o ki, vizyon dedikleri günlük bir şey, erkenden uzağı görmek değil!
Üzgünüm! Galiba biz çoğunlukla bir türlü buluşamayacağız. Aynı yolda yürüyoruz da, biz küçük azınlık hayli erken yola çıkmışız.