53 yıldır Türkiye vatandaşıyım.
Ülkemiz gibi, bizler de ne krizler gördük...
1997'ye kadar devlet memuruydum. Aldığım maaşı bilirdim. Son aldığım maaş 55 bin liraydı. Tabii ki, o zamanların parasıyla. O günkü şartlarda 55 bin lira maaşımın yüzde 60'dan fazlası ev kirasına gidiyordu. Çankırı’daki eve 35 bin lira kira ödüyordum. Ev sahibim, aynı işyerinde işçiydi. Tabii ki, o işçi statüsünde olduğundan, benden 2 kat daha fazla maaş alıyordu. Depo müdürümüz de, mühendis olmasına rağmen, işçilerden daha az maaş alırdı.
Ticarete atıldığımın altıncı ayında, 1997 Haziran ayında, Doğtaş Mobilya’yı kurduk. Havalı olsun diye de, anonim şirket yaptık. Henüz iki yıllık şirketken, 1989 yılında Körfez Krizi’ni yaşadık. Alacakları tahsil edemedik, borçları ödemede zorlandık. Evde, annemde, kardeşlerimde, akrabalarda para, altın ne varsa topladık, yetmedi. Hatta birkaç işçimizden borç altın aldık, sattık, borçları ödedik.
1994 yılında Kara Çarşamba’yı yaşadık. Devalüasyon oldu. Dolarla aldığımız fabrika makinalarının borcunu, -o günün şartlarında- 800 bin lira yerine, 2 milyon lira olarak ödedik.
Kredilere gömüldük...
1998'de Asya Krizi....
2001'de; Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Necdet Sezer birbirlerine Anayasa kitapçığı fırlatıp, restleşince ortalık karıştı. Kriz oldu. Bu kriz hükümet tarafından gizlenmesi gerekirken, üstüne bir de sert açıklamalar... Yine bir çarsambaya denk geldi. Kara Çarşamba.. Bankalar battı, faizler bankalarda gecelik yüzde 7500'e fırladı. Olanlar oldu.. !
Hiç unutmam, bankanın biri bize yazı göndermişti.
“Bugünden itibaren kullandığınız kredi faizlerine yüzde 250 faiz uygulanacak” diye.. Ben de, bankaya yazı yazdım, blöf yaptım. “Bu faiz miktarını uygularsanız, yarından itibaren kredilerimizi kapatırız” diye...
Para olsa, zaten kredi kullanmazsın. Tabii, banka bunu yemedi. Ertesi gün, yeni bir yazı daha geldi, aynı bankadan; “Bugünden itibaren faiz oranı yüzde 500 uygulanacak” diye.
Bunu gönderen banka, bugün en büyük bankalardan birisi..
Anlayacağınız; o dönemde sanayici de, tüccar da çok büyük sorunlar yaşadı. Ekonomimiz çok hassastı, pamuk ipliğine bağlıydı. Krizin dönem hükümeti, yani üçlü koalisyon partileri ilk seçimde barajı aşamadılar. Halen de bu üç partiden yalnız biri mecliste, ikisi tabela partisine dönüştü.
2001'deki yaklaşık 250 milyar dolarlık gayrisafi milli hasılamız, 10 yılda 3 kat artarak, bugün 780 milyar dolara ulaştı. 30 milyar dolarlık ihracatımız yaklaşık 5 kat arttı. Yurt dışında gittiğimiz ülkelerde itibar gören bir kimliğimiz var.
İMF’den borç para aldığımız dönemlerden, bugün borç para teklif edebilir hale gelmemiz, hepimizi gururlandırmalı.
Müteahhitlerimiz, Çin’den sonra, dünyanın ikinci büyük müteahhitleri. Dünyanın bir çok ülkesinde fabrikalar, kentler, havalimanları inşa ediyorlar.
Hastanelere 2001'de yılda ortalama 2 kez giden vatandaşlarımız, 2012'de 8 kez gitmeye başlamış. OECD ülkelerinde bu rakam 6,5 .
Paraya erişimimiz ise o kadar kolaylaştı ki, herkesin cebinde bir çok kredi kartı, her evde en az bir otomobil... Kredi faizleri tek rakamlara indi, enflasyonla paralel gidiyor.
Geçenlerde berberde traş olurken, duvara yapıştırdığı 1.000.000 liralık banknot dikkatimi çekti. Parayı berberden aldım. Başbakan’a vermeyi düşündüm. Para cebimde olmasına rağmen vermeyi unuttum; ama ilk karşılaştığımda hediye edeceğim. Nasıl olsa, rüşvet de sayılmaz. Bir milyon lira az para değil, ama geçmişte tuvalete girebileceğimiz bir paradan söz ediyorum. Bu para bile çok şeyi ifade ediyor !
Mesele; bu hükümeti sevip, sevmeme meselesi değil!
Mesele; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı sevip sevmeme meselesi de değil..
Asıl mesele; Türkiye’nin , nereden nereye geldiğidir.
Sevsen de sevmesen de, beğensen de beğenmesende;
En büyük Türkiye!
53 yıldır tanıyorum, şahitlik ederim.