Sayın ahkam kesen siyaset erbabı sen de...
Hatta benden belki de çok daha dar bir alanda, genellemeler yapıyorsun, dikkat!
Biga Belediye Başkanı kim olacak?
Belediye Meclisi’nde çoğunluk hangi partinin olacak?
İl Genel Meclisi’ne hangi parti daha çok temsilci gönderecek?
Uzay boşluğunda başı boş dolanan göktaşlarını sayamıyorum ki, yörüngelerini bileyim.
Aynı rotayı da izleyebilir...
30 Mart 2014’e daha 4 aydan fazla zaman var. Bir bakmışsın koca bir patlama...
Bir süredir kent, köy demeden kahvehanelerde, işyerlerinde, sokaktayım. Teleskobuma takılan her göktaşını ayrı ayrı gözlemek için, zaten bir kaç saat olan uykumla da küsüştük, şekerleme oynuyoruz.
Hala, kalabalık içinde yapayalnız insandan bir gıdımına ulaşıp ulaşmadığımı bilmiyorum.
Başbakan’ı izliyorum.
Acıyorum!
Soruları belirle, soranı belirle, ekranı seç, gündemi değiştir...
Yiyeceksin ama yedirmeyeceksin! Valisi “gavat” der, Bakan’ı “özgül ağırlığım var.”
Tutarlı kalmak olanaksız.
Ana muhalefet liderini izliyorum.
Acıyorum!
Soru ara, soracak ara, üretilen suni gündemlerin peşinde kan ter içinde...
Parti içi demokrasi de, genel başkan ol. Kendine bile sormadan aday açıklayıver.
Ruhsal çöküntü kaçınılmaz.
En çok, Biga’nın Özkan’ı ile Şişli’nin Sarıgül’ünü birbirine benzetiyorum.
İkisini de bıraksan yarın Başbakan, öbür gün ABD Başkanı olacaklar.
Bu ne öz güven, bu ne kibir!
Muhteremler, cafcaflı sözlerle nasıl hiçbir şey anlatmamayı becerebiliyorlar, hayret!
Ortak yetenekleri bu olmalı.
Göktaşlarına çarpan ve yansıyanların kendi sesleri olduğunun bile farkında değiller. İkisi de sanki köpeksiz köy bulmuşlar, değneksiz geziyorlar. Recep kim? Kemal kim ki?
Gökkubbede yalnız gezen göktaşları, “bir ben vardır bende, benden içerü” derse...
“Sen seni bil sen seni..” eşiğine ramak kalmış gibi görünüyorlar da...
Görünüyorlar diyorum, çünkü seçmeni anlamak, bilmek olanaksız. Dizi film izleye izleye her biri karakter oyuncusu olmuş.
Erol Taş Erol Taş mı, yoksa İnce Cumali’nin gaddar ağası Ali Ağa mı?
Geçen hafta Savaş Ay ustamızı kaybettik. Bir Güneydoğu gezisi sonrası paylaştığı öyküyü, aklımda kaldığı biçimde paylaşayım.
Başbakan Özal seçim otobüsünden indi. Camiden çıkmakta olan cemaat çevresini sardı. Yaşlı bir baba haykırdı:
-Seni Allah gönderdi. Bu kanli teröristler, çolugimuzu çocugimuzı dağa çıkardı. Sen geldin, canimuzu, malimuzu, çolik çocugimuzu kurtardin. Tuttigun altın olsin.
Özal mutlu, memnun, beraberindekilerle birlikte kalabalıkla selamlaşıp oradan uzaklaşırken, gittik yaşlı adamı yakaldık.
-Baba ya! Sen bize daha dün, “dağdakiler bizim evlatlarimuzdur, canımız, cigerimuzdur” dememiş miydin?
Yaşlı adam Savaş Ay’a bakar:
-Dogridur kurban! Başbakan’a söyledigum benim resmi görişumdur!”
Yörüngelerini paylaşacak kadar anlayacabilecek miyim, hala kuşkuluyum.
Dedim ya, her göktaşı Oskar ödülüne aday bir oyuncu haline sokulmuş.
Çok sıkışırsa...
“Var mı yaşanan krizi çözecek adam? Ben görmüyorum!” diyor, soruyu o soruyor.
Yanıtını veremediğim en zor soru da bu.
-Yok!
Yanıtını en hızlı verdiğim soru da bu.
-Ben de görmüyorum!
Gazetecisin, yazıyorsun. Seçim atmosferine girilmiş. Okuyucuları bilgilendirecek, bakış açılarını genişletecek, daha ayrıntılı sorgulamalarını sağlayacaksın.
Amacın, her seçmenin kendi en doğru kararını, içtenlikle sandığa yansıtması.
Seyircisi bulunmayan oy pusulası-zarf sevişmesinde bari rolden sıyrılsın, kendi olsun.
Ah o akıl sır erdirilemeyen ses kayıtları, video görüntüleri, gizil tehditler, şantajlar, ölümcül Korku İmparatorluğu yok mu....
Kim kendisi olabilir ki?
“Ne kadar güzel konuştunuz beyefendi! Allah şahidim olsun, oyumu size verirken telefonla görüntümü çekeceğim.
Ve, onu gururla feysbuk’ta paylaşacağım.”